Spiritüalist anlayıştaki ruh kavramı
Ruhun
varlığını ruhçu (spiritüalist) görüşlerin hepsi de kabul etmekle
birlikte, bir kısmı ruhun orijinal ve kendine özgü olduğunu, bir kısmı
da tekrar bedenlenmesinin bir yasa olduğunu kabul etmez. Ruh’un çeşitli
tanımları şunlardır:
Maddeciliğe göre: Ruh yoktur ya da maddenin
bir ürünü olabilir.
Felsefi spiritüalizme göre: Ruh, maddeye
biçim veren, maddi mekanda yer işgal etmeyen, parçalara ayrılmayan,
soyut, etki gücü olan bir varlıktır.
Neo-spiritüalizm’e göre:
Ruhlar, İlahi irade yasaları’nın gerekleri kapsamında, görgü ve
deneyimlerini arttırmak üzere madde kainatında bedenlenen, amaç ve etki
sahibi, şuurlu ve madde-dışı varlıklardır. Ruhlar madde-dışı varlıklar
olmakla birlikte, hiçbir ruh madde kainatında asla maddeden soyutlanmış
bir durumda bulunamaz. Bu bakımdan ruh ve madde ayrılığından değil, ruh
ve maddenin birliğinden söz edilmelidir.
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
İslami anlayıştaki ruh kavramı
Ruh,
çoğu felsefi ve dini düşünceye göre maddesel olmayan, elle tutulamayan,
gözle görülemeyen fakat varlığına inanılan; ayrıca yaşayan her varlığın
içinde ve temelinde olduğuna inanılan olgudur.
Ruh genel olarak
sonsuz ve ölümsüz kabul edilir. Ruh düşüncesi veya inancı ölüm sonrası
hayat veya ahiret inancıyla yakından ilgilidir. Fakat bu konuda
düşünceler çok geniş olarak değişir hatta aynı dinde bile ölümden sonra
ruha ne olacağı tartışma konusu olabilir. Dinlerin çoğunluğu ruhu madde
dışı görür ancak bir bölüm de ruhun madde olduğunu savunur. Ruhun
ağırlığını ölçmeye kalkan bilim adamları da vardır. Müslümanlar arasında
"ruh" kavramı, tasavvuf ekollerinin etkisiyle, "nefs"in karşılığı bir
olgu olarak algılanır olmuştur. Buna göre, "nefs/nefis" insanın şeytana
açık olumsuz yanıdır ve onu kötülüklere/günahlara sürükler. Ruhu bu
etkiler altında bulunan insanın kurtuluşa erebilmesi mümkün değildir,
çünkü beden hapsine tutuklanmıştr. Bu tutuklanmadan kurtulup kurtuluşa
ermesi, teknik deyimiyle "fenafillah/tanrıda yok olmak" ve böylece
"bekabillah/tanrıyla kalıcılaşmak" için kesinlikle ruhun arındırılması
gerekir. Bunun için de adına seyrüsluk denilen ve bir mürşidin
yönlendirmesiyle/denetiminde gerçekleştirilen süreçte zikir ve riyazet
yöntemlerine baş vurulur. Buysa, insan ruhunun küllî/tanrısal ruhtan
ayrıldığı ve tekrar ona kavuşmakla huzur bulabileceği savı üzerine
kurgulanmış "gelenek" diye anılan ve ucu ta animizme dek varan bir
inanıştan kaynaklanan bir anlayıştır. Kızılderili, kelt ve benzeri
topluluklar da dahil olmak üzere hemen tüm eski dinlerde görülen bu
inanç, günümüzde belirgin bir biçimde Hinduizm'de olmak üzere gerek
yahudi, gerek hıristiyan ve gerek islâm tasavvuf kolları arasında halen
yaşamaktadır. İslâm'ın temel inançlarını belirlemiş olan Kur'an-ı
Kerim'e göre ise, böyle bir ruh telakkisi yoktur. Nitekim, orada "sana
'ruh'tan soruyorlar; de ki: o, Allah'ın emrindendir; onun hakkında size
çok az şey bildirimiştir" denilerek, "ruh"un bir "şey/fenomen" değil,
bir "iş", "yetki", "buyruk" olduğu vurgulanmıştır. Gerçekten de Kur'an-ı
Kerim'de "ruh"un "isim" formunda kullanıldığı tek kavram
"ruh-ul-kudus"tur. Bu da Cebrail adlı meleğe ait bir isim olarak
anılmaktadır. "Ruh"un geçtiği bütün ayetlerde kelime/kavram hep
"vahy/vahiy", emr/buyruk, söz ve bir yere kadar da yetki anlamlarını
taşımaktadır.
Fantom
Fantom (phantom), halk deyişiyle “hayalet” olarak bilinen bazı
fenomenlere metapsişik alanda verilen addır.
Ruhçu görüşe göre,
fantomlar ruhsal bir faaliyet sonucunda oluşmakla birlikte, ne ruhtur ne
de ruhun perisprisidir. Fantom fenomenleri Spiritüalizm’de esas olarak 3
grupta ele alınır:
1)Fiziksel medyumluk deneylerinde oluşan
ektoplazmik fantomlar: Neo-spiritüalist görüşe göre, bunlar,
materyalizasyon ve demateryalizasyon tekniklerini kullanan medyumun,
ektoplazmasını kendi perisprisiyle biçimlendirerek oluşturduğu
fantomlardır. Bunların oluşumu için bedensiz bir varlık ile irtibata
geçilmiş olması şart değildir. Bedensiz bir varlığın mevcudiyetinin
sözkonusu olduğu durumlarda da medyum, bedensiz varlıktan aldığı tesir
ve imajları peripri-akışkanlar yoluyla ektoplazmasına yansıtarak fantomu
yine kendisi oluşturur.
2)Perisprinin etkisi altında, süptil
maddelerin yoğunlaşmasıyla oluşan, duble ve seyyal ikiz adıyla bilinen
fantomlar.
3)Tekinsizyer fantomu: Cinayette olduğu gibi, bazı
normal-dışı ölüm koşullarında can çekişen kişinin bıraktığı imaj yüklü
vibrasyonların o mekana gelen hassas kişilerce paranormal olarak
algılanması sonucunda hassas kişinin fantom algılaması.
Hayalet,
yani fantom görme olayları ülkemizde çok sık tezahür eden
olaylardandır: Bolu’ya bağlı Düzce kasabasının Ceddiye semtinde oturan
Dülger Ahmet, 1930’larda ölen babasının fantomuyla uzunca bir süre
görüşmüştür. Ölümünden kısa bir süre sonra evi ziyaret etmeye başlayan
babasının ilk gelişinde korkuya kapılan Ahmet, fantomun rahat
hareketleri ve kendine güven vermesi üzerine bu ziyaretlere alışmıştı.
Babası öte alemde rahat olduğunu, fakat sağlığında arkadaşlarıyla
birlikte çaldığı bir dananın hesabını vermek zorunda kaldığını, bu
yüzden başlangıçta bir hayli sıkıntı çektiğini söylüyordu. Ahmet, dana
sahibinin çocuklarını bulup babasının borcunu ödeyerek onu rahata
kavuşturmuştu. Bir ziyaretinde babasına yemek ikram etmiş, ama o
tebessüm ederek ruhların yemek yemediğini söylemişti. Dülger Ahmet bu
görüşmeleri gizli tutmayı beceremeyince babasının ziyaretleri de sona
ermişti!
Bir başka fantom olayı ise şöyleydi: 1950’lerin başlarında
Ödemiş’in bir köyünde kocasının sürekli dayak ve hakaretlerine
dayanamayan genç bir kadın kendini evin bahçesindeki ağaca asarak
intihar eder. Olayın ertesi günü ölüyü gömerler. Aynı gün akşam vakti
alacakaranlıkta, kadının kendini astığı bahçeden canhıraş bir çığlık
duyulur! Ardından ağlama sesleri ve boğulma hırıltıları yükselir.
Komşular evlerinden dışarı fırladıklarında duman gibi bir fantomun
bahçedeki ağaçların arasında dehşetle çırpındığını ve feryat ettiğini
görürler. Köy kahvesine giden yol evin önünden geçtiğinden kahveye
gidenler de bu korkunç sahneye tanık olurlar. Beş gün süreyle bu
fantomik tezahür aynı saatte tekrarlandığı için evin önünden kimse
geçemez olur. Sonunda çığlıklar kesilip fantom da artık görünmez olunca
köyde hayat normale döner
Tekinsiz ev olaylarına Türkiye’de
sıkça rastlanır. Tespit edilmiş birkaç tekinsiz ev olayını aktarıyoruz:
21 Ocak 1955 tarihli Türk Haberler Ajansının geçtiği bir haberde, 10
Ocak gününden beri Manisa’nın Salihli ilçesindeki bazı mahallelere her
akşam taş atıldığı bildiriliyordu. Olay yerine giden emniyet görevlileri
söz konusu mahalleleri kordon altına almış, ama taş yağmuru durmayınca
sokaklara projektörler yerleştirmişlerdi. Ne var ki taş yağmuru ışıklar
söndüğünde tüm şiddetiyle devam etmekte, ışıklar yanınca kesilmekteydi.
Bazı semt sakinlerinin korkudan evlerini değiştirmeye karar verdikleri
görülmüştü.
Bir başka tekinsiz ev olayı 1966 yılının Kasım ayında
İstanbul’da görüldü. Halıcıoğlu’nun Haliç’e bakan sırtlarında Salınadur
mevkiindeki bir ev üç aya yakın bir süreyle taşlandı. Evin sahibi
Muzaffer Özgören, Şubat 1967’de kendisiyle yapılan bir röportaj
sırasında olayla ilgili olarak şunları anlatmıştı: “Çok şükür bir hafta
önce kesildi, bir daha olmaz inşAllah! Üç ay evvel önce tek tük başladı,
sonra hızlandı. Her akşam 17.30 sıralarında başlayıp sabaha kadar devam
ediyordu. Taşlar güneydoğu yönünden geliyordu. Mermer, tuğla ve briket
parçalarıyla yumruk büyüklüğünde taşlar. Bir keresinde 15-20 kişi
getirdim, bütün mahalleyi sardılar, nöbet beklediler, taşlar yine
kesilmedi. Sokaktan atılmasına imkan yok, öyle olsa mutlaka yakalardık,
kaçacak yer yok ki. Sonra o yağmurda, soğukta sabaha kadar beklemek her
babayiğidin harcı değil. Bir seferinde atılan taş çatıda müthiş bir ses
çıkarıp sekti. Derhal yerimden fırlayıp el fenerini yaktım ve karşıya
tuttum. O anda gelen ikinci bir taş iki camın ortasındaki çerçevede
patlayıp yere düştü. Herkesten şüphe eder olduk. Projektörle etrafı
aydınlattım, yine taşlandık. Polis, bekçi, sivil memur hepsi geldi.
Onlar buradayken de taşlandık. ‘Şimdi yakalarız’ deyip fırladılar, ne
çare ki onlar da elleri boş döndüler. Bir keresinde tabancayı kapıp
dışarı çıktım, tam o sırada yerden iki karış yüksekten gelen bir taş
bacaklarımı yaladı, duvara çarpıp iki metre geriye sıçradı.”
Kendiliğinden
çıkan yangınlar da tekinsiz ev olayları arasında kendine özgü bir yer
tutar. Malatya çıkışlı 25 Ağustos 1979 tarihli bir haberde,
kendiliğinden çıkan bir dizi gizemli yangın konusunda şöyle deniyordu:
“Nedeni anlaşılamayan garip yangınlar mahalle halkını şaşkına çevirdi.
Mahalleli odaların duvarlarından, döşemelerinden durup dururken fışkıran
alevler karşısında panik içinde. Yetkililer de bu anlaşılmaz yangınlara
bir neden gösteremiyor. Kırk yaşındaki Hanım Yardukan’ın korku yüzünden
okunuyor, panik içinde kalan çocuklarına bakıp “ne yapacağımızı
şaşırdık” diyor. İtfaiyeye haber veriliyor, itfaiye yangını söndürüp
gittikten sonra bu kez başka bir odanın başka bir duvarında alevler
beliriyor. Valilikten, belediyeden uzmanlar gelip incelemiş, yangının
nedenini bulamamışlar. Çörmük mahallesinin Yenievler yöresindeki on
evde, özellikle duvarlarda ve taban bölümlerinde başlayan yangın günde
en az beş altı kez tekrarlanıyor.”
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Perispri
Perispri, klasik ruhçuluk anlayışına göre,
ruh ve beden bağlantısını sağlayan yarı maddî bir bağdır, ruhun normal
koşullarda göremediğimiz esîrî bedenidir. Madde-dışı bir varlık olan ruh
madde evreninde icraatte bulunabilmek için doğal olarak bir araca
gereksinim duyar ki, bu araca perispri adı verilir. Bu, ruhun bir bakıma
mantosu, örtüsü ve dışa ait, maddi uygulama aracıdır. Fiziksel beden,
perispri kalıbı üzerine kuruludur; insan bedeninin ruhtan beslenmesini
sağlayan ve insan bedenini ayakta tutan perispridir. Ölümden sonra yok
olmaz, ruha bağlı kalmaya devam eder. Perispriyi teozoflar astral,
mantal, kozal bedenler şeklinde kısımlara ayırırlar.
Ruhun
varlığını ruhçu (spiritüalist) görüşlerin hepsi de kabul etmekle
birlikte, bir kısmı ruhun orijinal ve kendine özgü olduğunu, bir kısmı
da tekrar bedenlenmesinin bir yasa olduğunu kabul etmez. Ruh’un çeşitli
tanımları şunlardır:
Maddeciliğe göre: Ruh yoktur ya da maddenin
bir ürünü olabilir.
Felsefi spiritüalizme göre: Ruh, maddeye
biçim veren, maddi mekanda yer işgal etmeyen, parçalara ayrılmayan,
soyut, etki gücü olan bir varlıktır.
Neo-spiritüalizm’e göre:
Ruhlar, İlahi irade yasaları’nın gerekleri kapsamında, görgü ve
deneyimlerini arttırmak üzere madde kainatında bedenlenen, amaç ve etki
sahibi, şuurlu ve madde-dışı varlıklardır. Ruhlar madde-dışı varlıklar
olmakla birlikte, hiçbir ruh madde kainatında asla maddeden soyutlanmış
bir durumda bulunamaz. Bu bakımdan ruh ve madde ayrılığından değil, ruh
ve maddenin birliğinden söz edilmelidir.
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
İslami anlayıştaki ruh kavramı
Ruh,
çoğu felsefi ve dini düşünceye göre maddesel olmayan, elle tutulamayan,
gözle görülemeyen fakat varlığına inanılan; ayrıca yaşayan her varlığın
içinde ve temelinde olduğuna inanılan olgudur.
Ruh genel olarak
sonsuz ve ölümsüz kabul edilir. Ruh düşüncesi veya inancı ölüm sonrası
hayat veya ahiret inancıyla yakından ilgilidir. Fakat bu konuda
düşünceler çok geniş olarak değişir hatta aynı dinde bile ölümden sonra
ruha ne olacağı tartışma konusu olabilir. Dinlerin çoğunluğu ruhu madde
dışı görür ancak bir bölüm de ruhun madde olduğunu savunur. Ruhun
ağırlığını ölçmeye kalkan bilim adamları da vardır. Müslümanlar arasında
"ruh" kavramı, tasavvuf ekollerinin etkisiyle, "nefs"in karşılığı bir
olgu olarak algılanır olmuştur. Buna göre, "nefs/nefis" insanın şeytana
açık olumsuz yanıdır ve onu kötülüklere/günahlara sürükler. Ruhu bu
etkiler altında bulunan insanın kurtuluşa erebilmesi mümkün değildir,
çünkü beden hapsine tutuklanmıştr. Bu tutuklanmadan kurtulup kurtuluşa
ermesi, teknik deyimiyle "fenafillah/tanrıda yok olmak" ve böylece
"bekabillah/tanrıyla kalıcılaşmak" için kesinlikle ruhun arındırılması
gerekir. Bunun için de adına seyrüsluk denilen ve bir mürşidin
yönlendirmesiyle/denetiminde gerçekleştirilen süreçte zikir ve riyazet
yöntemlerine baş vurulur. Buysa, insan ruhunun küllî/tanrısal ruhtan
ayrıldığı ve tekrar ona kavuşmakla huzur bulabileceği savı üzerine
kurgulanmış "gelenek" diye anılan ve ucu ta animizme dek varan bir
inanıştan kaynaklanan bir anlayıştır. Kızılderili, kelt ve benzeri
topluluklar da dahil olmak üzere hemen tüm eski dinlerde görülen bu
inanç, günümüzde belirgin bir biçimde Hinduizm'de olmak üzere gerek
yahudi, gerek hıristiyan ve gerek islâm tasavvuf kolları arasında halen
yaşamaktadır. İslâm'ın temel inançlarını belirlemiş olan Kur'an-ı
Kerim'e göre ise, böyle bir ruh telakkisi yoktur. Nitekim, orada "sana
'ruh'tan soruyorlar; de ki: o, Allah'ın emrindendir; onun hakkında size
çok az şey bildirimiştir" denilerek, "ruh"un bir "şey/fenomen" değil,
bir "iş", "yetki", "buyruk" olduğu vurgulanmıştır. Gerçekten de Kur'an-ı
Kerim'de "ruh"un "isim" formunda kullanıldığı tek kavram
"ruh-ul-kudus"tur. Bu da Cebrail adlı meleğe ait bir isim olarak
anılmaktadır. "Ruh"un geçtiği bütün ayetlerde kelime/kavram hep
"vahy/vahiy", emr/buyruk, söz ve bir yere kadar da yetki anlamlarını
taşımaktadır.
Fantom
Fantom (phantom), halk deyişiyle “hayalet” olarak bilinen bazı
fenomenlere metapsişik alanda verilen addır.
Ruhçu görüşe göre,
fantomlar ruhsal bir faaliyet sonucunda oluşmakla birlikte, ne ruhtur ne
de ruhun perisprisidir. Fantom fenomenleri Spiritüalizm’de esas olarak 3
grupta ele alınır:
1)Fiziksel medyumluk deneylerinde oluşan
ektoplazmik fantomlar: Neo-spiritüalist görüşe göre, bunlar,
materyalizasyon ve demateryalizasyon tekniklerini kullanan medyumun,
ektoplazmasını kendi perisprisiyle biçimlendirerek oluşturduğu
fantomlardır. Bunların oluşumu için bedensiz bir varlık ile irtibata
geçilmiş olması şart değildir. Bedensiz bir varlığın mevcudiyetinin
sözkonusu olduğu durumlarda da medyum, bedensiz varlıktan aldığı tesir
ve imajları peripri-akışkanlar yoluyla ektoplazmasına yansıtarak fantomu
yine kendisi oluşturur.
2)Perisprinin etkisi altında, süptil
maddelerin yoğunlaşmasıyla oluşan, duble ve seyyal ikiz adıyla bilinen
fantomlar.
3)Tekinsizyer fantomu: Cinayette olduğu gibi, bazı
normal-dışı ölüm koşullarında can çekişen kişinin bıraktığı imaj yüklü
vibrasyonların o mekana gelen hassas kişilerce paranormal olarak
algılanması sonucunda hassas kişinin fantom algılaması.
Hayalet,
yani fantom görme olayları ülkemizde çok sık tezahür eden
olaylardandır: Bolu’ya bağlı Düzce kasabasının Ceddiye semtinde oturan
Dülger Ahmet, 1930’larda ölen babasının fantomuyla uzunca bir süre
görüşmüştür. Ölümünden kısa bir süre sonra evi ziyaret etmeye başlayan
babasının ilk gelişinde korkuya kapılan Ahmet, fantomun rahat
hareketleri ve kendine güven vermesi üzerine bu ziyaretlere alışmıştı.
Babası öte alemde rahat olduğunu, fakat sağlığında arkadaşlarıyla
birlikte çaldığı bir dananın hesabını vermek zorunda kaldığını, bu
yüzden başlangıçta bir hayli sıkıntı çektiğini söylüyordu. Ahmet, dana
sahibinin çocuklarını bulup babasının borcunu ödeyerek onu rahata
kavuşturmuştu. Bir ziyaretinde babasına yemek ikram etmiş, ama o
tebessüm ederek ruhların yemek yemediğini söylemişti. Dülger Ahmet bu
görüşmeleri gizli tutmayı beceremeyince babasının ziyaretleri de sona
ermişti!
Bir başka fantom olayı ise şöyleydi: 1950’lerin başlarında
Ödemiş’in bir köyünde kocasının sürekli dayak ve hakaretlerine
dayanamayan genç bir kadın kendini evin bahçesindeki ağaca asarak
intihar eder. Olayın ertesi günü ölüyü gömerler. Aynı gün akşam vakti
alacakaranlıkta, kadının kendini astığı bahçeden canhıraş bir çığlık
duyulur! Ardından ağlama sesleri ve boğulma hırıltıları yükselir.
Komşular evlerinden dışarı fırladıklarında duman gibi bir fantomun
bahçedeki ağaçların arasında dehşetle çırpındığını ve feryat ettiğini
görürler. Köy kahvesine giden yol evin önünden geçtiğinden kahveye
gidenler de bu korkunç sahneye tanık olurlar. Beş gün süreyle bu
fantomik tezahür aynı saatte tekrarlandığı için evin önünden kimse
geçemez olur. Sonunda çığlıklar kesilip fantom da artık görünmez olunca
köyde hayat normale döner
Tekinsiz ev olaylarına Türkiye’de
sıkça rastlanır. Tespit edilmiş birkaç tekinsiz ev olayını aktarıyoruz:
21 Ocak 1955 tarihli Türk Haberler Ajansının geçtiği bir haberde, 10
Ocak gününden beri Manisa’nın Salihli ilçesindeki bazı mahallelere her
akşam taş atıldığı bildiriliyordu. Olay yerine giden emniyet görevlileri
söz konusu mahalleleri kordon altına almış, ama taş yağmuru durmayınca
sokaklara projektörler yerleştirmişlerdi. Ne var ki taş yağmuru ışıklar
söndüğünde tüm şiddetiyle devam etmekte, ışıklar yanınca kesilmekteydi.
Bazı semt sakinlerinin korkudan evlerini değiştirmeye karar verdikleri
görülmüştü.
Bir başka tekinsiz ev olayı 1966 yılının Kasım ayında
İstanbul’da görüldü. Halıcıoğlu’nun Haliç’e bakan sırtlarında Salınadur
mevkiindeki bir ev üç aya yakın bir süreyle taşlandı. Evin sahibi
Muzaffer Özgören, Şubat 1967’de kendisiyle yapılan bir röportaj
sırasında olayla ilgili olarak şunları anlatmıştı: “Çok şükür bir hafta
önce kesildi, bir daha olmaz inşAllah! Üç ay evvel önce tek tük başladı,
sonra hızlandı. Her akşam 17.30 sıralarında başlayıp sabaha kadar devam
ediyordu. Taşlar güneydoğu yönünden geliyordu. Mermer, tuğla ve briket
parçalarıyla yumruk büyüklüğünde taşlar. Bir keresinde 15-20 kişi
getirdim, bütün mahalleyi sardılar, nöbet beklediler, taşlar yine
kesilmedi. Sokaktan atılmasına imkan yok, öyle olsa mutlaka yakalardık,
kaçacak yer yok ki. Sonra o yağmurda, soğukta sabaha kadar beklemek her
babayiğidin harcı değil. Bir seferinde atılan taş çatıda müthiş bir ses
çıkarıp sekti. Derhal yerimden fırlayıp el fenerini yaktım ve karşıya
tuttum. O anda gelen ikinci bir taş iki camın ortasındaki çerçevede
patlayıp yere düştü. Herkesten şüphe eder olduk. Projektörle etrafı
aydınlattım, yine taşlandık. Polis, bekçi, sivil memur hepsi geldi.
Onlar buradayken de taşlandık. ‘Şimdi yakalarız’ deyip fırladılar, ne
çare ki onlar da elleri boş döndüler. Bir keresinde tabancayı kapıp
dışarı çıktım, tam o sırada yerden iki karış yüksekten gelen bir taş
bacaklarımı yaladı, duvara çarpıp iki metre geriye sıçradı.”
Kendiliğinden
çıkan yangınlar da tekinsiz ev olayları arasında kendine özgü bir yer
tutar. Malatya çıkışlı 25 Ağustos 1979 tarihli bir haberde,
kendiliğinden çıkan bir dizi gizemli yangın konusunda şöyle deniyordu:
“Nedeni anlaşılamayan garip yangınlar mahalle halkını şaşkına çevirdi.
Mahalleli odaların duvarlarından, döşemelerinden durup dururken fışkıran
alevler karşısında panik içinde. Yetkililer de bu anlaşılmaz yangınlara
bir neden gösteremiyor. Kırk yaşındaki Hanım Yardukan’ın korku yüzünden
okunuyor, panik içinde kalan çocuklarına bakıp “ne yapacağımızı
şaşırdık” diyor. İtfaiyeye haber veriliyor, itfaiye yangını söndürüp
gittikten sonra bu kez başka bir odanın başka bir duvarında alevler
beliriyor. Valilikten, belediyeden uzmanlar gelip incelemiş, yangının
nedenini bulamamışlar. Çörmük mahallesinin Yenievler yöresindeki on
evde, özellikle duvarlarda ve taban bölümlerinde başlayan yangın günde
en az beş altı kez tekrarlanıyor.”
[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Perispri
Perispri, klasik ruhçuluk anlayışına göre,
ruh ve beden bağlantısını sağlayan yarı maddî bir bağdır, ruhun normal
koşullarda göremediğimiz esîrî bedenidir. Madde-dışı bir varlık olan ruh
madde evreninde icraatte bulunabilmek için doğal olarak bir araca
gereksinim duyar ki, bu araca perispri adı verilir. Bu, ruhun bir bakıma
mantosu, örtüsü ve dışa ait, maddi uygulama aracıdır. Fiziksel beden,
perispri kalıbı üzerine kuruludur; insan bedeninin ruhtan beslenmesini
sağlayan ve insan bedenini ayakta tutan perispridir. Ölümden sonra yok
olmaz, ruha bağlı kalmaya devam eder. Perispriyi teozoflar astral,
mantal, kozal bedenler şeklinde kısımlara ayırırlar.