Akropolis
Atina'da Eskiçağ dünyasının en ünlü mimarlık yapıtlarından birinin
yükseldiği tepe.
Akropolis, Atina'nın tam ortasında yükselen, tepesi tabak gibi düz,
sarp bir kayalığa verilen addır. Eski Yunan dilinde bu sözcük yukarı
kent anlamına gelir. Çok eski çağlarda Akropolis, Eski Yunanlıların
oturduğu ve buradan çevre köylere egemen olduğu gerçek bir kaleydi, aynı
zamanda bir din merkeziydi. Bir ara Persler tarafından yıkılmış, sonra
Perikles'in öncülüğüyle, M.Ö. 450 yıllarına doğru yeniden yapılmıştı. O
çağların ünlü heykeltıraşı Pheidias ve başka güçlü sanatçılar bu işte
çalıştılar.
Akropolis'in batı yamacında, anıtsal kapılarıyla ziyaretçileri
karşılayan ilk yapı Proplyleia'dır. Yapının, çok büyük boyutlarda olan
kemerleri ince mermerden yapılmıştır. Bunun az ötesinde, Athena Nike'rim
küçük tapınağı vardır. Daha sonra, mat altın rengindeki mermerleri ve
kusursuz sütunlarıyla görkemli Parthenon Tapınağı gelir.
Yüzyıllara karşı koyabilmiş son anıt Erekhteion'dur. Adını Eski
Yunan'ın efsane krallarından ilki olan Erekhteios'tan almıştır. Burada
sütunların yerini kadın heykelleri alır. Bunlar, kimi gülümseyen, kimi
somurtan, hepsi mağrur altı Karyatid Kızı'nın heykelidir.
Parthenoıı Tapınağı, Akropolis'in doruğuna dikilmiş bir zafer
anıtıydı; Atinalıların savaş başarılarını kutluyordu. Vaktiyle bu
tapınakta, kentin koruyucu tanrıçası olan Athena'nın dev bir heykeli yer
alırdı.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Amfiteatrlar ve Arenalar
Daire biçiminde, seyirci yerleri basamaklı tiyatro.
Roma'da Coliseum veya Flavianus amfiteatrı. Milattan sonra 1.
yüzyılda yapılmıştır. 100 000 kadar seyirci alırdı.
Amfiteatron veya amfiteatr denilen bu yapı Romalıların buluşudur,
Eski Yunanlılara özgü değil. Romalılar tarafından, gladyatör dövüşlerini
mümkün olduğu kadar çok sayıda seyirciye sunma amacıyla yapılmıştır.
Taştan, çok büyük ve öylesine sağlam yapılardır ki, bunların birçoğu
bugüne kadar kalabilmiştir. Roma'da Coliseum, bunların en önemlisidir.
Fransa, İtalya, ispanya, Türkiye, Yunanistan'da da güzel örnekleri
vardır.
Amfiteatrlarda, ortada, dövüşçülere ayrılan kumla kaplı arena
bulunur. Bunun çevresinde, sahanlıklarla bölünmüş kat kat basamaklar
yükselir. Aşağıda, dolaşmak için galeri haline getirilmiş, üzeri örtülü
koridorlar bulunur. Amfiteatrın tepesinde ise bir platform vardır;
seyircileri güneşten ve yağmurdan koruyacak büyük bir örtü (velarium)
buraya tutturulur.
Hemen her zaman yenik düşenin öldürülmesiyle sonuçlanan ve Etrüsk
kökenli vahşi gösteriler olan gladyatör dövüşleri M.Ö. III. yy.dan
itibaren, Roma'da başladı. Gladyatörler, bu iş için özellikle eğitilmiş
köleler ve tutsaklardı. Grup halinde veya ikişer ikişer dövüşürlerdi.
Biri yere düşecek olursa halk; eğer onun bağışlanmasını istiyorsa,
başparmağını yukarı kaldırırdı; öldürülmesini isteyecek olursa da
başparmağını aşağıya doğru çevirirdi. İmparatorlar için, bu tür
eğlenceler düzenlemek, halkın sevgisini sağlayacak ve halkın dikkatini
devlet işlerinden başka konulara uzaklaştıracak birer fırsat
sayılıyordu.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bayezit Külliyesi
Sultan Bayezit ll'nin Edirne'de yaptırdığı Bayezit Camii ile buna
bağlı medrese, şifahane v.b.'den oluşan eserler topluluğu.
Sultan Bayezit Camii ve külliyesi 1484-1488 yıllarında Mimar
Hayrettin tarafından yapıldı. Külliyenin bütünü 100 kadar kubbe ile
kaplıdır. Caminin kubbesinin çapı 22,55 metredir, yanıbaşında küçük
avlulu bir medrese ve biraz açığında geniş avlulu bir şifahane vardır.
Sultan Bayezit II bu külliyenin yönetimi için 167 görevli atamıştı.
Buradaki Tıp Medresesi'nde okuyan öğrenciler hastahanelerde staj görüp
yetişirlerdi. Ülkenin ünlü bilginleri Bayezit medreselerinde müderrislik
(profesör) ederlerdi.
ŞİFAHANE
Bayezit külliyesine bağlı şifahanede akıl ve ruh hastaları tedavi
görürdü. Tedavi aracı olarak müzik, çiçekler, çeşitli av etleri ve
ilaçlar kullanılırdı. Şifahanenin başlıca tedavi aracı müzikti.
Bilindiği gibi XIX. yy.a kadar Avrupa'da akıl ve ruh hastalarına çok
kötü muamele edilirdi. Buna karşılık Osmanlı ülkesinde bu hastalara her
zaman iyi davranılırdı. Hastaları müzikle tedavi etmek için şifahanede
hanende (şarkı söyleyen) ve sazende (çalgı çalan) olarak 10 görevli
bulunuyordu. Bunlardan üçü şarkı söyler, diğerleri çalgı çalarlardı
(ney, keman, muskar, santur, cenk, cenk santur, ud).
Tedavide çiçeklerden de yararlanılırdı. Çiçeklerin yalnız rengi
değil kokusu da hastalar üzerinde iyi etki bırakırdı. En çok kullanılan
çiçekler sümbül, lâle, reyhan, karanfil, şebboy, nesrin, yasemin,
deveboynu, zerrindi.
Av etlerine gelince, her hasta için hekim öğüdüne göre özel tarzda
pişirilen çeşitli yabani kuş etleri kullanılırdı: keklik, turaç, sülün,
kaz, ördek v.b. Bu arada memeli hayvanlardan geyik etine de yer
verilirdi.
Şifahanenin eczane kısmı da çok işlekti. Haftanın iki gününde
eczaneden her isteyene bedava ilaç verilirdi, ilaçlar burada hazırlanır,
bunun için yüklü bir hammadde stoku bulundurulurdu. Sultan Bayezit II
eczanede herkesin görebileceği yere bir yazı astırmıştı. Bu yazıda,
muhtaç olmadığı halde her kim bu eczaneden ilaç alır da ticaret maksadı
ile kullanırsa o kimsenin sakat kalıp fakir düşmesi dileği
belirtiliyordu. Padişah ilencinden çok korkulduğu için fakir olmayanlar
bedava ilaç almaktan çekinirlerdi.
Tıp medresesinin tedavi merkezi olan dârüşşifa, kubbeli ve altı
hücreli bir yapıdır. Hücrelerdeki akıl hastalarının birbirini görmemesi
sağlanmıştır. Ortadaki havuzun çevresinde yer alan saz sanatçıları
müzikle tedavi yapmış olurlardı.
Bayezit II külliyesi. Tunca kıyısındaki tabhane, dârüşşifa, medrese
ve imaret binalarından: oluşur. Külliye, o sırada fethedilen Akkerman
Kalesi hazinesinde bulunan altınlarla inşa ettirilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Paskalya Adası
Şili'nin batısında Büyük Okyanus'ta ada. Yüzölçümü 179 km2.
Bu volkanik ada adını, Hollandalı Jacob Roggeveen tarafından 1772
yılının Paskalya günü keşfedilmiş olmasına borçludur. 1888'den beri
Şili'ye aittir.
Polinezya Adaları'nın en doğusunda bulunan Paskalya Adası, dünyanın
en ıssız, aynı zamanda en esrarlı beldelerinden bindir. Bilginler, bu
adanın ilk halkının Güney Amerika'dan mı, Polinezya'dan mı geldiğini
henüz keşfedemediler. Bu insanlar her halde olağanüstü gemicilik
niteliklerine sahiptiler, çünkü adaya en yakın kara 2000 km uzaktadır.
Ada, sarımtırak bir volkanik taştan, tek parça olarak yontulmuş dev
boyutlu heykelleriyle ünlüdür. Heykellerin hepsinin, uzun kulaklı
koskocaman başları vardır ve bacaksız bir gövde üzerine
oturtulmuşlardır. Bu heykellerin en büyüğünün yüksekliği 30 metreyi
bulur ve bunların sadece yontulmuş saçları bile 30 ton çeker. Ada halkı,
bu heykelleri kraterin çevresinden bulundukları yere kadar nasıl
getirebilmiş, nasıl dikebilmişlerdir? Bu heykellerin anlamı nedir? Henüz
hiç kimse bu gizemleri çözebilmiş değildir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Selimiye Camii
Edirne'deki ünlü Türk camii.
Kanunî Süleyman'ın oğlu Selim II tarafından Edirne'de ünlü mimar
Sinan'a yaptırılan Selimiye Camii, selâtin camilerinin en ünlülerinden
biridir. Yapımı 1569'dan 1675'e kadar 6 yıl sürmüş ve yaptıran padişahın
adıyla anılması için de Selimiye adı verilmiştir.
Mimar Sinan bu camiyi yaparken o zamana kadar hiç bir mimarın
başaramadığı bir işi başarmış, önceki büyük cami ve kiliselerde
görülmemiş bir ustalıkla bütün camiyi tek bir kubbeyle örtebilmiştir. Bu
yüzden Mimar Sinan'ın şöyle dediği söylenir: «Şehzade Camii'ni
çıraklığımda, Süleymaniye Camii'ni kalfalığımda, Selimiye'yi ustalığımda
yaptım».
Gerçekten de o zamana kadar bu gibi eserlerde ana kubbe kademeli
olarak yarım kubbelerin üstünde yükselirdi. Sinan, bu camide ana kubbeyi
8 filayağına dayanan sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturtmuştur.
Kasnak filayaklarına, filayakları da dış desteklere kemerlerle
bağlanmıştır. Kubbenin yüksekliği 15,86 m'dir (Ayasofya'nın kubbesinden l
m daha yüksek). Caminin içi İznik çinileriyle süslenmiştir.
ÜÇ ŞEREFE ÜÇ MERDİVEN
Caminin dört köşesinde yer alan dört minarenin dördü de üç
şerefelidir. Giriş kapısının iki yanındaki minarelerin üç şerefesine üç
ayrı merdivenle çıkılır. Öteki minareler birer merdivenlidir; her
birinin yüksekliği 70,889 m'dir. Minarelerin kubbeye yakınlığı camiye
ayrı bir estetik güzellik vermektedir.
Selimiye bir külliye olarak yapılmıştır. Taş duvarlarla sınırlı
geniş avlunun içinde dârülsıbyan (çocuk okulu), dârülkurra (Kur'an
kursu) ve medrese vardı. Ortasında oymalarla süslü bir şadırvan bulunan
revaklarla çevrili Selimiye Medresesi şimdi müze haline getirilmiştir.
Caminin cümle kapısı mermer sarkıtlarla süslenmiştir. Avlunun dış
kapısında bile ince bir işçilik göze çarpar.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Beçin Kalesi
Milas - Ören karayolunun 5. kilometresinde, Milas Ovası'na hakim
yaklaşık 210 metrelik düz doruklu bir tepenin üzerindedir. 14. yüzyılda
bölgeye hakim olan Menteşe Beyliği'nin başkentliğini yapmıştır. Beyliğin
merkezinin buradan Balat'a taşındıktan sonra da yerleşim devam
etmiştir. Tapu kayıtlarına göre 18. yüzyıla kadar Milas'ında bağlı
olduğu bir kaza merkeziydi. Daha sonra önemini yitiren yerleşim 60'li
yıllarda terkedilmiştir. Antik Mylasa kentinin merkezinin burası
olduğuna dair tezler de ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre Milas'ın
bugünkü yerleşim alanı Mausolos zamanından beri kullanı...
Milas - Ören karayolunun 5. kilometresinde, Milas Ovası'na hakim
yaklaşık 210 metrelik düz doruklu bir tepenin üzerindedir. 14. yüzyılda
bölgeye hakim olan Menteşe Beyliği'nin başkentliğini yapmıştır. Beyliğin
merkezinin buradan Balat'a taşındıktan sonra da yerleşim devam
etmiştir. Tapu kayıtlarına göre 18. yüzyıla kadar Milas'ında bağlı
olduğu bir kaza merkeziydi. Daha sonra önemini yitiren yerleşim 60'li
yıllarda terkedilmiştir.
Antik Mylasa kentinin merkezinin burası olduğuna dair tezler de
ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre Milas'ın bugünkü yerleşim alanı
Mausolos zamanından beri kullanılmaktadır. Beçin'de günümüzde de devam
eden kazı çalışmaları Profesör Hüseyin Rahmi Ünal başkanlığında devam
etmektedir.
İç Kale
Menteşe döneminde bugünkü halini alan kale, kısmen bir tapınağın
üzerine kurulmuştur. Oldukça harap durumdaki surlarla çevrili alanda
varlığı saptanabilen yapılar hamam, sarnıç ve tonozlu bir yapı
kalıntısından ibarettir. 80'li yıllarda terkedilen köyün kalıntıları da
bu alan içerisindedir.
Büyük Hamam
14. yüzyılda yapılan yapı, kentteki hamamların en büyüğüdür. Üç
eyvanlı hamamın soyunma bölümü yıkık haldedir.
Ahmet Gazi Medresesi
1375 tarihli bu yapı, yeni denemeler getiren medreselerin ilk
örneklerinden biridir. Çift eyvanlı, bir kesimi iki katlı, açık avlulu
bir yapıdır. Gotik etkili silmeli taçkapısı, ana ve giriş eyvanıyla
beraber revaksız oluşuyla da dikkat çeker.
Orhan Bey Cami
Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Girişi ve duvarlarının bir kısmı
ayakta olan yapıda yapılan kazı çalışmalarından ahşap destekli bir cami
olduğu anlaşılmaktadır.
Bey Konağı
14. yüzyılda yapıldığı zannedilmektedir.
Bey Hamamı
Enine sıcaklıklı ve çift halvetli hamamın su deposu, külhanı ve
soyunmalık mekanı kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır.
Kızılhan
14. yüzyıl sonu ya da 15. yüzyıl başına tarihlenen han iki katlıdır.
Alttaki ahır mekanı, kısmen yıkılmış bir tonazla örtülüdür. Üst katta
yer alan iki mekanınsa birer kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Euromos
Halk arasında Ayaklı olarak bilinen kalıntılar Milas - Söke
karayolunun 13. kilometresinde, Selimiye Bucağı yakınlarındadır. Bugünkü
karayolu, antik kentin içinden geçmektedir. Yörede Mylasa'dan sonra en
önemli kent olmasına rağmen Helenistik dönemden önceki tarihi hakkında
fazla bir bilgi yoktur. Kıyıya uzak bir kent olmasına rağmen MÖ 5.
yüzyılda Atina önderliğindeki Delos Birliği'ne katılan kent, MÖ 201 -
196 tarihleri arasında Büyük İskender'in egemenliği altında yaşadı. Daha
sonra bir dönem Mylasa'nın yönetimine giren kent, kısa süre sonra
tekrar bağımsızlığına kavuştu.
Halk arasında Ayaklı olarak bilinen kalıntılar Milas - Söke
karayolunun 13. kilometresinde, Selimiye Bucağı yakınlarındadır. Bugünkü
karayolu, antik kentin içinden geçmektedir. Yörede Mylasa'dan sonra en
önemli kent olmasına rağmen Helenistik dönemden önceki tarihi hakkında
fazla bir bilgi yoktur. Kıyıya uzak bir kent olmasına rağmen MÖ 5.
yüzyılda Atina önderliğindeki Delos Birliği'ne katılan kent, MÖ 201 -
196 tarihleri arasında Büyük İskender'in egemenliği altında yaşadı.
Daha sonra bir dönem Mylasa'nın yönetimine giren kent, kısa süre
sonra tekrar bağımsızlığına kavuştu. Kente ait sikke basımı MS 2.
yüzyıla kadar devam etmiştir. Kentte 1969'dan itibaren birkaç yıl
Profesör Ümit Serdaroğlu tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır.
Kent Surları
Bölümler halinde günümüze ulaşan surların MÖ 4. yüzyılda yapıldığı
sanılmaktadır.
Nekropol
Anayoldan tapınağa giden yolun her iki tarafında görülebilir. Dikkat
çekici özelliğe sahip herhangi bir kalıntıya rastlanmamaktadır.
Zeus Tapınağı
MS 2. yüzyıldan kalma yapı Korint Düzeninde 6x11 sütunlu bir
peripterostur. Bugün ayakta kalan sütunların bir kısmının yivsiz
olmasından yapının yarım kaldığı anlaşılmaktadır. Kuzey ve batıya bakan
yüzlerde bulunan sütunların tamamında adak yazıtları; güneye bakan
yüzdeki kornişin bir parçası, üzerinde bulunan aslan başlı su oluğuyla
birlikte görülebilmektedir.
Tiyatro
Batıya bakan büyük ama oldukça kötü durumda olan yapının oturma
sıralarından beşi görülebilmektedir.
Agora
Kareye yakın planda olan agoranın dört yanı stoa ile çevrilmişti.
Günümüze çok az bir kısmı ulaşmıştır. George Bean burada bulunan ve iyi
okunamayan bir yazıtta Kallithenes adlı kişinin kente yaptığı parasal
yardım ve İasos yandaşlığının anlatıldığından bahsetmektedir.
Hamam
Geç Roma ya da erken Bizans döneminde yapılan bina, dere yatağına
yakınlığından dolayı hamam olabileceği izlenimini vermektedir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kefren Piramidi
Kefren Piramidi, grubun ortasında yer alan piramittir ve birçok
yönden komşularından geri kalmaktadır. Büyük Piramit'in güneybatısında
bulunur ve orijinal yüksekliği 143.51 metredir. Temeldeki kenar
uzunlukları ortalama olarak 215.26 metredir. Büyük Piramit gibi,
pusulanın temel yönlerine oturtulmuştur ama aynı tutarlılığı
göstermemekte ve maksimum 6 dakikalık bir sapma yapmaktadır. Taş
işçiliği de Büyük Piramit'in yanında zayıf kalmaktadır. Ancak, yine de
etkileyici bir yapıdır. Biraz yüksek bir yerde inşa edildiği için, daha
gösterişli komşularına denk gibi görünmektedir.
53.13 derecelik eğim açısıyla, aynı yükseklik oranına sadık
kalınarak yapıldığı bellidir; bunun oranı 2:3'dür. Bu oran, Pisagor'un
ünlü 3:4:5 üçgenine uymaktadır. Bazı otoriteler antik Mısırlılar'ın
3:4:5 dik açılı üçgeni bilmediklerini, bunun hiçbir matematik metininde
görünmediğini söylemektedirler. Öyle ya da böyle, Kefren Piramidi'nde bu
görülmektedir.
Ayrıca, Keops ve Kefren piramitleri arasında sayısal bir oran da
vardır. Temeldeki ortalama kenar uzunluklarını birbirine böldüğümüzde
(230.36 - 215.72 = 1.068), yaklaşık 16:15 oranını yakalarız. Bu, Giza
platosundaki piramitlerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu ve tutarlı
bir plana dayanarak yapıldıklarını gösterir. Bütün piramitlerin girişi
kuzeye bakmaktadır. Kefren Piramidi'nde ise iki koridor vardır. Biri
kazılar sonucunda bulunmuştur; diğeri ise onun yaklaşık 15 metreyle tam
üzerinde, piramidin yan tarafında yer almaktadır. Üst koridor 26
dereceyle aşağı inmekte, 14.173 metreye 5.029 metrelik bir odada son
bulmaktadır.
Piramidin batı tarafında, morg tapınağından vadi tapınağına inen bir
geçit bulunmaktadır; bu geçidin sütun ve duvarları hâlâ ayaktadır. Bu
Vadi Tapınağı'nın yakınında ünlü Sfenks bulunmaktadır; yüzünün Kefren'i
temsil ettiği söylenmektedir. Ama yüz orantılarına bakıldığında,
Sfenks'in başka bir firavunu daha model aldığı söylenebilir. Gerçekten
de, bu anıtın dikim tarihi hakkında büyük çelişkiler vardır.
Bazı otoriteler Sfenks'in M.Ö. 5000 yıllarında yapıldığını
söylemektedirler. Çevredeki kayalara bakıldığında, rüzgarın kumları
çarparak yapabileceğinden çok, yağmurla oluşmuş bir aşınma
görülmektedir. Bu durumda Mısır'da çok daha fazla yağmurun yağdığı
zamanlarda yapıldığı düşünülmektedir.
Mısır'ın şu anki iklimi M.Ö. 3100 yıllarında oluşmuştur. Bundan
önce, bütün Sahra bölgesinde Mısır da dahil olmak üzere, hava daha
nemliydi. Aşınma biçimleri, Sfenks'in bu daha önceki nemli iklim
döneminde yapıldığını göstermektedir. Üç piramidin dış yüzeyindeki
durum, böyle bir nemli iklim aşınması göstermemektedir. Bu durumda
piramitlerin daha sonraki tarihlerde, M.Ö. 2500 yıllarında yapıldığı
düşüncesini güçlendirmektedir. Bu yüzden, önce Sfenks yapıldıysa,
piramitlerden çok daha önce kullanılan bir gözlem aracı olduğu sonucu da
ortaya çıkmaktadır.
Yapım Yılı: MÖ 2558-2532
Toplam Blok Sayısı: Bilinmiyor
Taban: Herbir köşesi 214.5 metre, toplam 11 akre, 5,166,000 m2
Toplam Ağırlık: Belirsiz
Herbir Taş Bloğun Ortalama Ağırlığı: 2.5 ton, dış bölümdeki bazı
koruyucu taşların ağırlıkları 7 ton
Yükseklik: Orijinal 143.5 metre, şu anda 136 metre
Eğim Açısı: 53 derece 7'48"
Yapı Malzemesi: Kireçtaşı ve kırmızı granit
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Gizemli Maya Sarayı
2.000 yıl önce Kuzey Guatemala'daki Cancuen Sarayı'nda oturan Maya
kralları, ülkeyi buradan yönetirlerdi. Ancak Maya Krallığı M.S. 840
yılında ekonomik çöküşe bağlı olarak yıkıldığı zaman, yağmur ormanları,
krallığın bulunduğu bölgenin üzerini örterek yüzyıllarca uygar dünyanın
açgözlü yağmacılarından gizledi.
Arkeologlar, bu bölgede orman dokusunun altında Maya Krallığı'nın
bulunduğunu 1905 yılından beri biliyorlardı, ancak kazılarda çok önemli
bir kalıntı bulacakları hiç akıllarına gelmiyordu.
Vanderbilt Üniversitesi'nden arkeolog Arthur Demarest'in
liderliğinde bir grup bilim adamı, Guatemala'daki Universidad del
Valle'nin yardımlarıyla üç katlı, 170 odalı, 11 avlulu bir sarayı ortaya
çıkarttıklarını duyurdu. Bu saray bugüne dek bulunan en iyi korunmuş
Maya sarayı.
''Saray, o kadar büyüktü ki herkesi bunun gerçek olduğuna
inandırmakta zorluk çektik'' diye konuşan Demarest, aralarında
törenlerde kullanılan pirit aynalar, obsidyen bıçaklar, yeşimden
yapılmış tabakların olduğu Maya Uygarlığı'na ilişkin çok değerli eserler
bulduğunu açıkladı
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Piramitlerin Esrarı
Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir ve bu taşları temin
edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıktadır. Bu
taşların nasıl getirildiği konusunda kesin olmayan farklı varsayımlar
bulunmaktadır.
Piramit, kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2
kez güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler)
Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12
bilim adamı kanserden ölmüştür.
Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar
çalışmamaktadır.
Kirletilmiş suyu, birkaç gün Piramit'in içine bıirakırsanız; suyu
arıtılmış olarak bulursunuz.
Piramit'in içerisinde süt, birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda
bozulmadan yoğurt haline gelir.
Bitkiler Piramit'in içinde daha hızlı büyürler.
Piramit'in içine bırakılmış su, 5 hafta süreyle bekletildikten sonra
yüz losyonu olarak kullanılabilir.
Çöp bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden Piramit
içinde mumyalaşır.
Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir Piramit'in içinde daha
çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında bir bilgi
yoktur; araştırmacıların çoğu, ya içinde kayboldular ya da aynı yerde
birkaç tur attılar, fakat içlerini göremediler.
Piramitlerin içi yazın soğuk kışın sıcak olur.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sfenks
Başı firavun, gövdesi aslan şeklindeki Sfenks'in, Kefren'in başı ve
onun ruhu ile tüm mezarlık komleksini koruduğuna inanılır. Gizeh'in
doğal kireçtaşlarından yapılmış olan Sfenks'in, geçen yıllar boyunca
bazı parçaları çöl zemininin üstüne düşerek dağılmıştır. İçerisinde
Gizeh'te bulunan diğer piramitlerde olduğu gibi odalar bulunup
bulunmadığı bilinmemektedir.
Yapım Yılı: Belirsiz
Taban: 57 metre
Toplam Ağırlık: Belirsiz
Genişlik: Yüzü 6 metre genişliğinde
Yükseklik: Toplam 20 metre, çenesinden başına 91.5 metre
Yapı Malzemesi: Yumuşak kireçtaşı
Heykellerin en esrarengizi olan Sfenks, solundaki taşocağından
alınan ve Piramitlerin yapımında kullanılanlarla aynı, tek bir blok
kireçtaşından yontularak oluşturulmuştur. Uzmanlar, Kefren Piramiti'nin
arkasında ve yüzü ona dönük olarak durmasının temsil ettiği fikirden
yola çıkarak; onun 4,600 yıl önce Firavun Kefren tarafından yontulduğuna
inanır.
Yarı insan, yarı aslan olan Sfenks, 73 metre boyunda ve 20 metre
yüksekliğindedir. Kötü bir şekilde aşınmış ve M.Ö. 1400 yılında,
rüyasında Sfenks'in kendisine etrafındaki kumları temizlemesini
söylediğini gören yukarı ve aşağı Mısır'da taç giymiş, Firavun Tutamon
IV ile başlayan ve sonraki binlerce yıl boyunca devam eden sayısız
restorasyonlar geçirmiştir. Sfenks, yakın bir zamanda önemli bir modern
restorasyona daha uğramıştır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kukulkan Piramidi
İspanyol tarihçisi Diego Garcia de Palacio, 1576 yılında Maya
şehirlerinden biri olan Copan hakkında: "Burada bir zamanlar büyük bir
şehrin varlığını kanıtlayan harikulade tapınak kalıntıları bulunuyor.
İnsan, böylesine ilkel insanların geçmişte bu denli güzel yapıları nasıl
inşa ettiklerim anlayamıyor" diye yazmıştı. Copan, öylesine çok sayıda
piramit, saray, yol ve kanallarla düzenlenmiş bir şehir ki!. Onun için
bu insanları ilkel diye adlandırmaya kalkacak olursak, İspanyol
tarihçisinin düştüğü çıkmaza saplanıp kalmak kaçınılmaz olacaktır.
Yucatan'daki Maya merkezlerinin en önemlilerinden biri olan,
Çıken-İta'daki otuz metre yüksekliğindeki "Kukulkan Piramidi"nin tabanı,
55,5 metre uzunluğunda bir karedir. Dokuz platformdan oluşan; kat kat
görünümlü piramidin yan yüzlerinin tam ortasında doksanbir basamaktan
oluşan dört ayrı merdiven vardır. Piramidin en üstünde, yani dokuzuncu
platformun üzerinde, her iki yanı tüylü yılan sembolleriyle süslü olan
sütunlu oda görünümlü bir bölüm vardır. Bu bölüm, tanrısallığa
yükselişin ifadesiydi. Piramidin özelliği bunlarla bitmiyor.
Piramit öylesine ayarlanmıştır ki, her 21 Mart'ta güneşin batışından
yaklaşık olarak 1,5 saat önce, büyüleyici bir ışık-gölge oyunu ortaya
çıkmaktadır. Güneşin son ışıklarıyla birlikte dokuz platformun
basamakları, merdiven kenarlarında, gölgelerden oluşmuş eşkenar üçgenler
meydana getirmektedir. Bu, Kukulkan'ın vücudundaki dokuz kıvrımı
sembolize etmektedir. Daha sonra, bir tür gölge dalgasına dönüşmekte ve
güneşin batışıyla birlikte aşağı doğru süzülen bir yılan görüntüsü
oluşturmaktadır. Basamağın en altında da, ışık-gölge oyunları yardımıyla
bir yılan başı meydana gelmektedir.
21 Eylül'de ise, güneş doğarken, aynı olaylar bu sefer aksi
istikamette yinelenmektedir. Önce tüylü yılanın başı canlanmakta,
ardından güneşin ışınlarıyla birlikte yukarıya doğru tırmanışa geçmekte
ve yavaş yavaş devam eden bu tırmanışın sonunda da gökyüzünde kaybolup
gitmektedir. Sözü edilen bu ışık gölge oyunlarının ayarlanabilmesi için;
yüksek seviyede matematik bilgisine ihtiyaç vardır.
İnşaat sırasında hiçbir iş tesadüfe bırakılamazdı, yani daha sonra
düzeltilmek üzere yapılmazdı. Her şeyden önce piramidin inşa edileceği
yer hesaba katılmak zorundaydı. Daha sonra da dokuz platformla, her biri
doksanbir basamaklı olan dört adet merdivenin uyum içinde olması
gerekmekteydi. Çünkü açılardaki en ufak bir sapma bile, söz konusu kesin
sonucun elde edilmesine engel olurdu.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dünyanın 7 Harikası
İnsanların çağlar boyunca hayran kaldıkları büyük eserler, asırlar
boyu sanatçılara ilham, onlara yaklaşma ve onları geçme, daha iyisini ve
daha güzelini yapma arzusu vermiştir. Tarihi açıklayan, insan gücünün
ve kabiliyetinin tanıkları olan bu şaheserlere ilgi duymayan nesiller,
yaratıcılıklarını kaybetmişler, içinde bulundukları nesillerin medeniyet
yarışında geri kalmalarına sebep olmuşlardır. Bu sebeple, bütün dünya
için eşsiz birer kaynak ve hazine olan bu eserlerin bilinmesinde büyük
faydalar vardır.
Tarihçiler, yazarlar ve sanatkarlar, yüzyıllardan beri "Dünyanın en
büyük ve en güzel anıtları hangileridir, nerede, ne zaman ve niçin
yapılmışlardır?" sorularına cevap aramışlardır. M.Ö. 4. yüzyılda
Sidon'lu Antipatros ilk defa, kendi çağında yeryüzünde mevcut olan yedi
büyük ve güzel anıtı "Dünyanın Yedi Harikası" olarak adlandırmıştır.
Heykeltraşlık ve mimarlık şaheseri olan bu eserler şunlardır:
· Mısır Piramitleri
· İskenderiye Feneri
· Babil'in Asma Bahçeleri
· Efes'teki Artemis Tapınağı
· Olimpos'taki Zeus Heykeli
· Kral Mausoleus'un Mozolesi
· Rodos Heykeli
Antipatros'un, yaşadığı çağda dünyanın başka yerlerine gitme imkanı
olsaydı, belki de bu harikaların sayısını iki, üç katına çıkarırdı.
Ancak, sadece tanıdığı yerlerde gördüğü bu eserleri yedi harika olarak
tanımlamıştır. Ne yazık ki bu eserlerden günümüze sadece Mısır
Piramitleri ulaşabilmiştir. Diğerlerinin ise kısmen kalıntıları
bulunabilmiş ve hatta bazıları tamamen yok olmuşlardır.Daha sonraki
yüzyıllarda bazı tarihçiler "Dünyanın Yedi Harikası"na denk başka
eserler olduğunu ve bu sayının arttırılıması gerektiğini dile
getirmişler, Çin Seddi'ni, Ayasofya'yı, Maya ve Aztek tapınaklarını, Taç
Mahal'i, Sultanahmet Camii'ni ve diğer bazı eserleri de harika sanat
eserlerinin arasında saymışlardır.
Unutmamak gerekir ki, bu eserleri değerlerine, üstünlüklerine göre
bir sıraya koymak mümkün değildir. Yaş farkı gözetmeksizin her insanın
harika sıfatını almış bu eserleri tanımasının, bu eserlerin ortaya
çıkmasındaki ortam, yaşam tarzı ve inanışları bilmesindeki faydaları
küçümsenemez.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Babil'in Asma Bahçeleri
M.Ö. 450'li yıllarda tarihçi Herodot "Babil, yeryüzünde bilinen
bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar." demiştir. Herodot, şehrin dış
duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre
yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu
belirtmiştir. İç duvarlar, dış duvar kadar kalın değildi. Duvarların
içinde som altından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve
tapınaklar vardı. Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı. Bu kule, Tanrı
Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete ulaşmak için göğe doğru
yükseliyordu.
Babil, M.Ö. 605'den itibaren 43 yıl hüküm süren kral Nebuchadnezzar
tarafından yapılmıştır. Daha zayıf bir rivayete göre ise M.Ö. 810
yılından itibaren 5 yıl hüküm süren Asur kraliçesi Semiramis tarafından
yapılmıştır.
Bahçeler Nebuchadnezzar'ın sıla hasreti çeken karısı Amyitis'i
neşelendirmek için yapılmıştı.Amytis, Medes kralının kızıydı ve iki
ülkenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti.
Onun geldiği ülke yeşil, engebeli ve dağlıktı. Mezopotamya'nın bu dümdüz
ve sıcak ortamı onu depresyona itmişti. Kral, karısının sıla hasretini
gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar verdi. Yapay
dağlar ve suların akacağı büyük teraslar yaptırdı.
Yunanlı coğrafyacı Strabo'nun M.Ö. birinci yüzyıldaki tanımlamasına
göre, bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu.
Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi
için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş
tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat
nehrinden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu.
Zincir pompa, biri yukarıda, diğeriyse su kaynağında bulunan iki
büyük volana gerili, üzerinde kovalar bulunan bir sistemdi. Nehirden
dolan kova yukarıya çıkıyor içindeki suyu havuza boşaltıp tekrar nehre
dönüyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak
teraslardan aşağıya doğru akıyordu. Yunanlı tarihçi Diodorus'a göre
bahçeler yaklaşık 120 metre genişlikte ve 120 metre uzunluğunda ve 25
metre yüksekliğindeydi.
İstilalar yüzünden sönmeye başlayan şehir, özellikle Pers Kralı
Keyhüsrev'in Babil'i fethetmesinden sonra sönmeye başlamış, M.S. 5 ve 6.
yüzyıllarda kumlara gömülmüş ve bir kum dağı haline gelmiştir. Bu
şehrin, içindeki tapınakların ve asma bahçelerin kalıntıları ancak 20.
yüzyılda yapılan kazılarla meydana çıkarılabilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Artemis Tapınağı
Bizanslı Philon "Babil'in asma bahçelerini, Olimpos'taki Zeus
Heykelini, Rodos Kolossusu'nu, yüksek piramitlerin kudretli işçiliğini
ve Mausoleus'in mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes'teki
tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümünün gölgede kaldığını hissettim."
diye yazmıştı.
Tanrıça Artemis adına ilk türbe M.Ö.800'lü yıllarda Efes'teki nehrin
yakınındaki bataklık kıyıya yapılmıştı. Bazen Diana da denen Efes
tanrıçası Artemis, Yunan Artemis'iyle aynı değildi. Yunan Artemis'i av
tanrıçasıydı. Efes Artemis'i ise belinden omuzlarına kadar birçok
göğüsle resmedildiği gibi verimlilik, bereket ve doğurganlık
tanrıçasıydı.
Bu eski tapınakta muhtemelen Jüpiterden düşen bir meteorit olduğu
düşünülen kutsal birtaş vardı. Tapınak, sonraki yüzyıllarda birkaç kez
tahrip olmuş ve yeniden inşaa edilmiştir. M.Ö.600'lerde Efes şehri büyük
bir ticaret limanı haline geldi ve Chersiphron adlı bir mimar yüksek
taş kolonları olan yeni ve büyük bir tapınak inşaa etti.
Lidya kralı Croesus, M.Ö.550'de Efes'i ve Anadolu'daki diğer Yunan
şehirlerini fethetti. Bu savaş sırasında mabet tahrip oldu. Croesus,
mimar Theodorus'a daha öncekilerin hepsini gölgede bırakan yeni bir
mabet yaptırdı. Yeni tapınak öncekinin 4 katı büyüklükte 90 metre
yükseklikte ve 45 metre genişlikteydi. Masif bir çatı, yüzden fazla taş
sütunla destekleniyordu.
M.Ö. 356'da Herostratus adlı biri tarafından çıkarılan bir yangında
yanarak tahrip oldu. Bundan kısa bir süre sonra o günün en ünlü
heykeltraşı olan Scopas'lı Paros tarafından yeni bir mabet yapıldı.
Romalı tarihçi Pliny'ye göre yeni tapınak, 130 metre uzunlukta ve 68
metre genişlikteydi. Tavanı, yükseklikleri 18 metre olan 127 adet sütun
destekliyordu. İnşaat 120 yıl sürmüştü. Büyük İskender M.Ö.333'de Efes'e
geldiğinde tapınağın inşaası hala devam ediyordu.
M.S. 57'de St. Paul hristiyanlığı yaymak için Efes'e geldi. O kadar
başarılı oldu ki bundan, şehrin demircisi ve tapınaktaki heykellerin
sahiplerinden birisi olan Demetrius büyük bir korkuya kapıldı. Çünkü
Demetrius tapınaktaki heykellerin bir kısmının sahibiydi ve her yıl
tapınağa hacca gelenlerden iyi bir geliri vardı ve insanların dinini
değiştirmesi demek onun geçimini kaybetmesi anlamına geliyordu. Birlikte
ticaret yaptığı diğer kişileri de yanına alan Demetrius heyecan verici
ve "Yaşasın Efesliler'in Artemisi" diye biten bir söylev yaptı ve halkı
galeyana getirdi. Hemen sonra St. Paul'un yardımcılarından ikisini
tutukladılar. Bunu bir isyan takip etti. Sonuçta St. Paul, tutuklanan
yardımcılarıyla şehri terketti ve Makedonya'ya geri döndü.
262'de Gotların bir akını sırasında büyük Artemis tapınağı yakılıp
yıkıldı. Bir yüzyıl sonra Roma İmparatoru Constantine şehri yeniden
inşaa ettirdi. Fakat hristiyan olduğu için tapınağı restore
ettirmedi.Constantin'in çabalarına rağmen Efes eski günlerine dönemedi.
Çünkü gemilerin demirlediği liman yokolmuştu. Nehrin taşıdığı alüvyonlar
tarafından deniz şehirden uzaklaşmıştı. Zamanla şehir sakinleri kenti
terkettiler. Mabetin kalıntıları başka yapıların ve heykellerin
yapılmasında kullanıldı.
British Museum'dan John Turtle Wood 1863'de tapınağı araştırmaya
başladı. 1869'da 6 metre derinlikte, çamurların içinde tapınağın
temellerini buldu. Bulduğu heykelleri ve bazı kalıntıları British
Museum'a götürdü. 1904'de yine aynı müzeden D.G. Hograth'ın
liderliğindeki bir ekip kazılara devam ettiler ve sitede birbirinin
üzerine inşaa edilen 5 tapınak olduğunu keşfettiler. Bugün gelen
ziyaretçilere tapınağın yerini belli etmek için, bataklık halinde olan
bölgeye sadece bir tek sütun dikilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
İskenderiye Feneri
Mısır'da İskenderiye Limanı'nın karşısındaki Pharos Adası üzerine
yapılmıştı. Romalılar Mısır'ı ele geçirdikten sonra burada Ptolemaios
(Batlamyus) olarak anılan bir devlet kurmuşlardı. İnşaası M.Ö. 285-246
yılları arasında süren Fener, bu devletin ilk iki kralı
Ptolemy-Batlamyus-Soter ve Ptolemy tarafından yaptırılmıştı.
Kaidesi ile birlikte 135 metre yüksekliğinde olan fener, beyaz
mermerden yapılmıştı. Tepesinde bulunan, tunçtan yapılmış büyük bir ayna
70 kilometre uzaklıktan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik
ediyordu. Üç bölümden oluşan fenerin mimarı Knidos'lu Sostratus'tur. Alt
bölümü dikdörtgen şeklinde ve yaklaşık 55 metre yüksekliğindeydi. Orta
bölüm, yukarıya doğru giden rampası olan bir silindir şeklindeydi.
Yaklaşık 27 metre yüksekliğindeydi. Üst bölüm ise silindir şeklindeydi
ve üzerinde alevin bulunduğu bir odası vardı.
İskenderiye Feneri, antik çağın yedi harikası içinde günlük yaşam
için kullanılan tek eserdir. Ayrıca yedi harikanın ve gelmiş geçmiş
deniz fenerlerinin en yüksek olanı da bu fenerdir. Üst kısmı M.S. 955
yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de
başka bir depremde yıkıldı. 1500 yılında ise bu yapıya ait kalıntılar
tamamen yokoldu.
Üzerinde inşaa edildiği adadan dolayı Pharos olarak anılmış ve bu
kelime bir çok dile yerleşmiştir. İspanyolca, Fransızca ve İtalyancada
Pharos, deniz feneri anlamına gelmektedir. Yıkılmadan önce yapılan
resimleri, dünyadaki deniz fenerlerine yüzlerce yıldan beri örnek
olmuştur.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mausoleum
Plinius'un bildirdiğine göre, dünyanın yedi harikasından biri
sayılan Mausoleum, M.Ö. 350 de Mausolos için karısı Artemisia tarafından
yaptırılmıştır. "Farklı cephelerin süslemeleri ve mükemmelliği
birbirini taklit eden farklı sanatcılar tarafından ele alındı.
Leochares, Bryaxis, Skopas ve bazılarının düşündükleri gibi Timotheus'un
sanatlarının seçkin mükemmelliği o yapıya dünyanın yedi harikası
arasında ün kazandırdı."
Antik yazarlardan Vitrivius böyle söylüyor. Romalı tarihci Plinius'a
göre pteron kare şeklindeydi ve çevresinde 36 tane ion stili sütun
vardı. Her sütun arasında bir heykel dikiliydi. Pterondaki kabartmalar
Amazonlarla Yunanlıların savaşını gösteriyordu. Pteron üzerinde yirmi
basamaklı bir piramit vardı. Piramit beyaz paros mermerindendi.
İskenderiye limanının karşısında bulunan paros adasından özel
seçilmişti. En üstte quadrika (dört atlı araba) bunun üzerinde ise
Mausolos ve Artemisia'nın heykelleri bulunuyordu.
Tüm istilalara ve doğal afetlere karşın Mausoleum İS. 1406 yılına
dek ayakta kalmayı başarmıştır. Ta ki Alman mimar Schegelholt tarafından
yapılan St. Peters kalenin yapımına dek. Bu zamana kadar 1500 yıl
ayakta kaldı. Sadece basamakları görünen yapının derinlerine giderek
elde ettikleri mermeri yakıp kireç yaptılar. Bazı kabartmalar duvar taşı
olarak kullanıldı. Bazılarının üzeri silinerek oymalar kazındı. 1875 de
Sir C. Newton kazılara başlar, bazı friz ve Mausoleon ile Artemision'un
heykellerini ve büyük aslan heykelleri İngiliz Britich Museum'a
taşındı.
Mausoleum'un yapımı yarılandığında Halikarnassos'un parası biter ve
geri kalan bölümler özveri ile yapılır. Neyazık ki şu an yapının yerinde
görülecek hiç bir şey yoktur. Bu ünlü yapı Halikarnassos'un diğer karia
kentlerinden daha fazla tanınmasını sağlamıştır. Rahip Eustatius 12.yy
da "Homeros üzerine açıklamalar" adlı eserinde Mausoleum için ölümsüz
pırlanta sıfatını kullanır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mısır Piramitleri
Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar ulaşan tek eser,
Mısır'daki Keops Piramididir. Mısır'ın başkenti Kahire yakınındaki Nil
Nehrinin batısında bulunan Giza Yaylasında bulunmaktadır. Keops
Piramidinin yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos
piramitleri bulunmaktadır. Ayrıca, içlerinde prenseslere ve firavunun en
yakın yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha vardır.
Büyük Piramit de denen Keops Piramidi, M.Ö. 2800 yıllarına doğru
hüküm süren Mısır'ın 4. Sülale devri hükümdarlarından Keops'un
mezarıdır. İkinci büyük piramit, Keops'un kardeşi olan ve O öldükten
sonra firavun olan Kefren'e aittir. Küçük piramit ise M.Ö. 2500'lü
yıllarda hüküm süren Mikerinos'a aittir.
Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt-kabirlerin en eskileri ve en
büyükleridir. Bunların en haşmetlisi olan Keops Piramidi dış görünüşü
ile de "Dünyanın Birinci Harikası" olma niteliğine hak kazanmıştır.
Piramitler, firavunun mumyası ile hepsi birbirinden değerli eşsiz
nitelikteki sanat eserlerini; kral, kraliçe, prens heykellerini de
içlerinde saklıyordu ve bu eşsiz hazineleri saklamak için
yapılmışlardır.
Keops Piramidinin yüksekliği 138 metredir. Tepeden 10 metre kadar
aşınmıştır. Bazıları 10-15 ton ağırlığında olan 2.300.000 adet blok
taşın üst üste yığılmasıyla oluşturulmuştur. Bir kenarı 227 metre olan
dörtgen tabanı 50.524 metrekarelik bir alanı kaplar. Piramidin iç
ortasında, tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre kadar
yukarıda firavunun odası vardır. Firavunun mumyası, hazinesi ve özel
eşyası bu odaya konmuştur. Oda 10,5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte
ve 6 metre yüksekliktedir. Buraya 50 metrelik bir dehlizden girilir.
Biri kraliçeye ait olan iki oda daha vardır.
Tarihçi Herodot'a göre, ağır granit blokları, piramidin üst
bölümlerine çıkarmak için 925 metre boyunda, 19 metre genişlikte bir
rampa yapılmıştır. Sadece bu rampanın yapılması bile 10 yıl sürmüştür.
Bu muazzam mezar, üç ayda bir toplanan 100.000 esirin çalışmasıyla 30
yılda tamamlanmıştır. Daha sonra da Keops'un ve eşinin mumyalanmış
cesetleri bu mezara yerleştirilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Zeus Heykeli
Eski zamanlarda Yunanlılar'ın en büyük festivali, "Tanrıların Kralı
Zeus" onuruna düzenlenen Olimpiyat Oyunlarıydı. Bugünkü Olimpiyat
oyunlarına benzeyen bu müsabakalarda Anadolu, Suriye, Mısır, Yunanistan
ve Sicilya'dan atletler yarışırlardı. Olimpiyatlar ilk kez M.Ö. 776'da
başladı. Oyunlar 4 yılda bir düzenleniyordu ve Yunan şehir devletlerinin
bütünlüğünü sağlamaya yardımcı oluyordu.
Yunanlılar, Yunanistan'ın batı kıyısında Peloponnesus denen
bölgedeki Olimpos'ta Zeus adına bir tapınak yaptırmışlardı. Kutsal
oyunlar süresince, şehir devletleri arasındaki savaşlar kesiliyor ve
oyunlar için Olimpos'a (Olympia) gidecekler için güvenli bir -- Bu mesaj
otomatik olarak gelmektedir. -- imkanı sağlanıyordu.
Oyunların yapıldığı yerde bir stadyum ve kutsal bir koruluk vardı.
Yunanlılar ilk zamanlarda basit bir yapısı olan tapınağın yerine, zaman
içinde oyunların öneminin artmasıyla, yeni ve tanrıların kralının adına
yaraşır bir tapınak yapmak istediler. Bunun için Elis'li Libon yeni bir
tapınak yapmaya başladı ve M.Ö. 456'da Zeus tapınağı bitirildi.
Tapınak dikdörtgen bir platform üzerine inşaa edilmişti. Binanın
yanlarında yeralan 13 adet büyük sütun, tavanı destekliyordu. Her köşede
6 adet sütun vardı. Üçgen şeklindeki tavan heykellerle doldurulmuştu.
Kolonların üzerindeki pedimentler, Heracles'in heykelleriyle süslüydü.
Tapınağın içerisinde tanrıların kralı Zeus'un görkemli bir heykeli
yeralıyordu.
Heykeli, Atina'daki Parthenon tapınağı için Athena heykelini yapan
Phidias yapmıştır. Heykel tapınağın batı ucuna yerleştirilmişti. 7 metre
genişlikte ve yaklaşık 12 metre yüksekliğindeydi. Zeus, özenle
hazırlanmış tahtında oturur şekildeydi. Başı neredeyse tavana değiyordu.
Sağ elinde zafer tanrıçası Nike'ı tutuyordu. Sol elindeyse üzerinde
çeşitli metallerden kakmalar olan ve üzerinde kartal olan bir hükümdar
asası vardı. Altın, abanoz, fildişinden yapılmış olan ve değerli
taşlardan kakmaların bulunduğu Zeus'un oturduğu taht, heykelin
kendisinden daha etkileyiciydi. Üzerinde, Yunan tanrılarının ve sfenks
gibi mistik hayvanların oyma figürleri yer alıyordu.
Heykelin derisi fildişinden, sakalı, saçları ve elbisesi altındandı.
Tasarım, bir ahşap çerçeveye altın ve fildişi levhaların
tutturulmasıyla yapılmıştı. Olimpos'un havası çok fazla nemliydi. Bu
yüzden fildişi levhaların çatlamaması için tapınağın altındaki özel bir
havuzda bulundurulan bir yağ ile sürekli yağlanıyordu.
Roma imparatoru Theodosius I, M.S.255 yılında, bir dinsiz adeti
olduğu gerekçesiyle olimpiyatları durdurdu. Daha sonra zengin
Yunanlılar, heykeli Bizans'a taşıdılar. Heykel, M.S.462 yılında çıkan
bir yangında yokoldu. Olimpos'ta 1829'da Fransızlar tarafından burada
bulunan bazı heykel parçaları Paris'te Louvre müzesinde
sergilenmektedir.
Bugün, bölgedeki stadyum restore edilmiştir. Zeus tapınağıyla ilgili
birkaç sütun haricinde hiçbir şey kalmamıştır. Heykel ise tamamen
yokolmuştur. Ancak, o döneme ait bulunan paralar üzerindeki resimlerden,
mabedin şekli hakkında ipuçları elde edilebilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Rodos Heykeli
Rodos'un ilk sakinleri olan Dor'lar, Argos'tan gelen denizci bir
kavimdi ve güneş ilahı olan Helios'a taparlardı. Dor'lar Rodos'ta en
parlak devrini M.Ö. 3. asırda yaşayan bir medeniyet kurdular. Mısır ve
Fenike'nin ürünlerini alıp satarak zengin oldular. Adayı kültür-sanat
merkezi, güzel konuşma ve felsefe okulu haline getirdiler.
Dor'lar, Makedonya Kralı Demetrios'la yaptıkları bir savaşı
kazandıktan sonra, zafer anıtı olarak ve ilahları Helios'a şükran
borçlarını ödemek için, Rodos limanının girişine büyük bir Helios
heykeli yaptılar. M.Ö.281-280 yılında yapılan 32 metre yüksekliğindeki
bu tunç heykel, elinde bir meşale tutuyordu. Bu haliyle Newyork
limanındaki Hürriyet Heykeli'ni andırıyordu. Rodoslular bu heykelin
kendilerini ve adayı koruduğuna inanırlardı. Bu nedenle her yıl
"Helicia" denilen şölenler düzenler, bu heykelin dibinde dört atlı bir
arabayı denize atarlardı. İnanışlarına göre, Helios böyle bir arabayla
dünyayı dolaşarak insanları gözetlerdi.
Rodos heykeli ancak 50 yıl ayakta kalabilmiş ve M.Ö. 223 yılında bir
depremde yıkılmıştır. Rodos Kolossosu da denilen bu anıtın heykeltıraşı
Lindos'lu Khares'ti. Lindos, Rodos adasının üç büyük kasabasından
biridir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Louvre Sarayı
Haçlı Seferi'ne çıkmadan önce Philippe Auguste, Paris çevresine bir
sur inşa ettirdi ve kale bedeninin Sen Irmağı boyunca uzanan zayıf
noktasını bir burçla desteklenmiş bir kaleyle pekiştirdi. Krallığın
serveti, silâhları ve arşivleri bu burçta muhafaza ediliyordu. Şatoya
Louvre adı verildi, çünkü kurt (loup) avı için hayvanların
yetiştirildiği bir eski köpek evinin yerine yapılmıştı.
XIV. yy.da yeni surların yapılması sırasında Louvre, askeri görevini
yitirdi; Charles V burayı bir istirahat ve inziva yeri haline getirdi:
binaları yeniledi, kitaplığını da bir kuleye yerleştirdi. Sonra François
I ve Henri IV zamanında saraya ekler yapıldı.
Versailles'ın Rakibi
Ama eski «Louvre» bütün saray halkını barındıramayacak kadar
küçüktü. Louis XIII Lemercier'e şatoyu genişlettirdi. Devrim sırasında
Louvre'a bir sanatçı kalabalığı, aynı zamanda da haydut ve dilenci
kalabalığı üşüştü; kare avluda tahta barakalar yükseldi. 1756'da arzu
edilmeyen kişiler kovuldu ama saray öylesine perişan durumdaydı ki
yıkılması düşünüldü. Gabriel ve Soufflot tarafından restore edildi,
sonra da 1791'de, buraya yerleşen devrimcilerin yağmasına uğradı.
Napolyon I (Tuileries'de kalıyordu) buraya çekidüzen verdi. Ama Komün
Ayaklanması sırasında Tuileries yakıldı ve yağma edildi.
Müze
Gerçi Louvre'un dev yapılar bütününde kuzey galerisi, Maliye
Bakanlığı'na ve Süsleme Sanatları Müzesi'ne ayrılmıştır ama, binaların
geri kalan bölümü, 1793'ten beri, müzeye çevrilmiştir. Fransa'nın birçok
ileri geleni, özellikle François I, Colbert, Louis XIV, resim, heykel,
mücevher şaheserlerini zaten Louvre Sarayı'nda toplamışlardı.
Napolyon, Louis XVIII, Charles X, Louis-Philippe, buradaki
koleksiyonları büsbütün genişlettiler ve o tarihten beri, durmadan hibe
edilen ve satın alınan eserlerle 246 sergi salonunda sunulan sanat
hazinelerinin sayısı, günden güne arttı. Sanat eserlerinin çeşitliliği
ve çokluğu (200,000'den fazla), müzenin yedi bölüme ayrılmasını
gerektirdi: ilkçağ Yunan ve Roma eserleri. Eski Doğu eserleri, Eski
Mısır eserleri. Ortaçağ, Rönesans ve Yeniçağ heykelleri, sanat eserleri,
desenler, tablolar.
Sanatçılar Galerisi
Su kenarı galerisi tamamlandığında, Henri IV burada oturmak
istemedi. Sanatı teşvik için, burayı Louvre'da çalışan sanatçılara
tahsis etti. Onlar da atölyelerini kurdular, yerleştiler ve
öğrencilerini burada kabul ettiler. Daha sonra Colbert, çeşitli
akademiler, de (bilimler, resim, heykel, v.b.) bu saraya
yerleştirecekti. Böylece Fransız Akademisi oturumlarını Anne
d'Autriche'in yuvarlak salonunda yapıyordu.
Louvre'da Resim Sanatı
Tablolar bölümü eserlerin daha iyi sunulması için yeniden
düzenlendi. Envantere kayıtlı toplam 15,000 tablodan 2,000 tanesi
sergilenmekte, 3,000 tanesi de depolarda tutulmaktadır. Geri kalanlar
Louvre tarafından il müzelerine ödünç verilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Topkapı Sarayı
İstanbul'da Sarayburnu sırtları üzerinde bulunan saraydır. Topkapı,
Osmanlı padişahlarının Dolmabahçe Sarayı yapılıncaya kadar oturdukları
saraydır. Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmağa başlamış, giderek yeni
bölümler eklenmiştir. 1924'ten beri müze olarak kullanılan sarayda
Fatih'ten Abdülmecit'e kadar bütün hükümdarlar oturmuştur.
Sarayın çevresi surlarla çevrilidir. Kıyı kesimindeki surlar Bizans
çağından kalmadır. 1478'de yaptırılan iç kesimdeki surun ise uzunluğu
1,400 metredir. Kara yönünden sarayı koruyan bu surun üzerinde 25'i dört
köşeli, 2'si sekiz köşeli, l'i dokuz köşeli olmak üzere 28 kule vardır.
Surun ana kapısı Ayasofya arkasındaki Babı Hümayun'dur (Sultan Kapısı).
Bundan başka beşi küçük, ikisi büyük yedi kapı daha vardır.
Saray Alanı
Topkapı Sarayı 700,000 metrekarelik bir alanı kaplar. İçinde
kasırlar, köşkler, devlet daireleri, saray halkı için konutlar,
koğuşlar, camiler, kütüphaneler ve büyük mutfaklar vardır. Eskiden deniz
kıyısında bulunan yazlık saray binaları (Balıkhane Kasrı, İncili Köşk,
Bamyacılar Kasrı, Gülhane Kasrı, Hasanpaşa Köşkü v.b.) 1863'teki
yangında ortadan kalktı ve sonra bu alandan tren yolu geçirildi.
Sarayın ilk avlusunun içindeki köşklerden yalnız ikisi bozulmadan
bugüne kadar gelmiştir. Bunlardan biri 1472'de yaptırılan Sırçasaray
(Çinili Köşk), öteki ise Mahmut II tarafından 1810'da sur üzerinde
yaptırılan Alay Köşkü'dür; geçit alaylarının seyri için yaptırılmıştı.
Birinci ve İkinci Avlular
Sarayın Alay Meydanı denilen birinci avlusundan geçildikten sonra
çift kuleli orta kapı gelir. Babüsselâm adı verilen bu kapının temeli
Fatih döneminden kalmadır. Kanunî devrinde kuleler değiştirilmiştir. Bu
kapıdan sonra ikinci avlu ile asıl saray başlar. İkinci avlunun sağ
tarafında Marmara'ya bakan sınırı boyunca Mimar Sinan'ın eseri olan
mutfaklar, aşçılar koğuşu, camii, hamamı, vekilharç dairesi ve yağhane
yer alır.
Sol tarafta Kubbealtı denilen iki kubbeli bir daire vardır. Burası,
sadrazamın başkanlığında vezirlerin toplandığı ve devletin uzun süre
yönetildiği yerdir. Kubbealtı, Kanunî zamanında yapılmıştır. Gene bu
avlunun solunda bulunan bir yol Has Ahır'a (Baltacılar Koğuşu) gider.
İkinci avlunun sonunda bulunan büyük kapıya Akağalar Kapısı denir.
Buradan Enderun denen üçüncü avluya geçilir. Selim III zamanında bugünkü
biçimini alan bu kapının iki yanında Ağa Dairesi ve Akağalar Koğuşu
vardır.
Üçüncü Avlu ve Arz Odası
Üçüncü avlunun içinde ilk yapı Arz Odası'dır. Padişahların
sadrazamı. Divanı Hümayun üyelerini ve yabancı elçileri kabul ettiği bu
bina Fatih devrinde yapılmış, sonraları yapılan değişikliklerle iç
süslemeleri ve kapıları yenilenmiştir. Çevresi revaklı, saçakları geniş,
duvarları çiniyle kaplıdır. Bunun arkasındaki Enderun Kütüphanesi
sarayın en büyük kütüphanesidir ve 1718'de Ahmet III tarafından
yaptırılmıştır.
Üçüncü avluda bunlardan başka sağda Enderun Mektebi ve meşkhane'si,
Seferli Koğuşu, şimdi Hazine Dairesi olan köşk, Kutsal Emanetler'in
saklandığı dört kubbeli Hırkai Saadet Dairesi ve Ağalar Camii vardır. Bu
cami onarılarak öteki odalarda duran kitapların toplandığı merkezî bir
kütüphane durumuna getirilmiştir. Ağalar Camii'nin arkasında ve Ağalar
Koğuşu'nun bitişiğinde bulunan küçük kârgir yapı, padişahların yemeğinin
özel olarak hazırlandığı Kuşane'dir.
Dördüncü Avlu
Sarayburnu'nun yüksekçe bir terasının son ucu olan dördüncü avlu
geniş bir bahçedir. Bu bahçeyi daha aşağıdaki başka bir bahçeden ayıran
set duvarının kenarındaki siyah kuleye Başlala Kulesi veya Hekimbaşı
Kulesi denir. Saray için gerekli ilaçlar burada hazırlanır ve
saklanırdı.
Biraz ileride set duvarı üzerinde bulunan Sofa Köşkü veya
Mustafapaşa Köşkü, XVIII. yy. başlarında yapılmış, Avrupa etkisinin
görüldüğü nakışlarla süslü, mimarîsi eski Türk geleneğine uygun bir
yapıdır. Dördüncü avlunun sol yanında merdivenle çıkılan büyük bir
taşlık ve bir havuz vardır. Merdivenin yanıbaşında bulunan ve Sarık
Odası da denilen Revan Köşkü, 1635'te Murat IV tarafından
yaptırılmıştır.
Sağ tarafta Boğaz'a ve Haliç'e bakan kısmında 1639'da Bağdat'ın
Murat IV tarafından alınışının anısına yaptırılan Bağdat Kasrı bulunur.
Bu kasrın içini ve dışını süsleyen çiniler, kubbe ve tonoz nakışları,
sedef kakmalı kapı kanatları katıksız Türk sanat eserleridir. Dördüncü
avlunun Marmara'ya bakan yüzünde, Anadolu yakasına ve denize bakan bir
noktada Çadır Köşkü ve Abdülmecit'in yaptırdığı Mecidiye Kasrı vardır.
Yeni Köşk de denilen bu kasrın önünden aşağıda bir kapıya, oradan da
Gülhane Parkı denilen Sarayburnu Bahçesi'ne çıkılır.
Harem Dairesi
Haremi Hümayun denilen Harem Dairesi, Topkapı Sarayı'nın en ilginç
köşelerinden biridir. Burada padişahların kendileri, anneleri, eşleri,
cariyeleri, çocukları ve hizmetçileri otururdu. Saray alanının eğimli
bir kısmında kurulan ve dört yüzyıl boyunca yapılan ekler ve
değişikliklerle bugünkü durumunu alan Harem Dairesi 250 kadar oda ile
bunlar arasında yer alan avlulardan ve hamamlardan oluşur. Harem
Dairesi'nin, sarayın diğer kısımlarıyla bağlantısını sağlayan birkaç
kapı vardır.
Esas giriş Kubbealtı yanına açılan ve Araba Kapısı da denilen
kapıdır. Bundan başka ikinci ve üçüncü avluya açılan Kuşane Kapısı ve
park içine açılan Şal Kapısı vardır. Araba Kapısı'nın yanında
padişahların hizmetine bakanların oturduğu Zülüflü Ağalar Koğuşu
bulunur.
Müze
Cumhuriyetin ilânından sonra Topkapı Sarayı'nın, eski saray
kadrosuyla birlikte, başındaki hazine kethüdasının yönetiminde müze
haline getirilmesi kararlaştırıldı. Kısa bir süre sonra uzman bir
müzecinin yönetimine verilen Topkapı Sarayı ve içindeki eşya elden
geçirilip sayımı ve dökümü yapıldı.
Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafapaşa
Köşkü, Bağdat Kasrı ve Harem Dairesi'nin bazı bölümleri onarıldıktan
sonra 1927'de halkın ziyaretine açıldı. İç Hazine'de silâh koleksiyonu,
Seferli Koğuşu'nda Çin porselenleri. Selim II Hamamı'nda gümüş ve
kristal takımlar, Enderun Hazinesi'nde mücevherler. Eski Hazine
Koğuşu'nda da işlemeler ve padişah portreleri sergilendi.
Bağdat Köşkü
Murat IV tarafından Bağdat'ın fethi anısına yaptırıldı (1639).
Sarayın dördüncü avlusundadır. Bütün İstanbul Boğazı'nı ve Eyüp'e kadar
Haliç'i görür. Mimarı bilinmeyen köşkün mermer sütunlar üstüne oturtulan
ve çevresini saran geniş saçağı önemli bir özelliğidir. Dış duvarların
alt kısmı mermerle ve renkli taşlarla, üst kısmı çinilerle kaplıdır,
içeride, yaşmağı ve çerçevesi yaldızlı bakır ocak dikkati çeker.
Pencere ve dolap kanatları fildişi, sedef ve bağa ile işlenmiştir,
iç duvarlar ve kemerler kubbeye Kadar çinilerle süslüdür. Köşkün 32
penceresinden üsttekiler renkli camlıdır. Pencere arasındaki boşluklarda
mavi üzerine beyaz ile Kur'an'dan ayetler yazılıdır. Yaldızlı kubbe
hafif kabartmalarla süslüdür, kubbeden aşağıya, zemini kırmızı, üzerinde
altın yaldızlı kafes bulunan bir rop kandil sallanır. Çevre sedirleri
bütün bu göz kamaştırıcı süslemeyi tamamlayacak niteliktedir.
Çinili Köşk
Sırçasaray da denir. Topkapı Sarayı içindeki köşklerden, Fatih'in
yaptırdığı (1472) ve Hazine Dairesi ile bir bütün meydana getiren yapı.
Çeşitli onarımlarla şekli bozulmuş olan bina son onarımıyla eski
biçimine kondu. Köşkün ön cephesinde on dört sütunlu bir galeri vardır.
Giriş cephesindeki mozaik çiniler Selçuklu dönemi çinilerinin
özelliklerini gösterir. Çini süslemeler yan cephelerde şeritler halinde
uzanır, arkada sırlı tuğlalarla çok güzel bir kompozisyon oluşturur. Bu
çinilerde daha çok firuze, lâcivert, beyaz ve kahverengi kullanılmıştır.
Beş köşeli odanın kubbesi rumi motiflerle süslüdür. Köşk 1875'te müze
haline getirilmiş, sonradan bu müzede Fatih'e ait veya onunla ilgili
eşya derlenmiştir.
Revan Köşkü
Sarık Odası da denir. Murat IV tarafından Revan Seferi anısına
yaptırıldı (1635). Onun için de bu adla anıldı. Genel görünüm bakımından
Bağdat Köşkü'nün küçük bir modelidir. Kubbesi altın yaldızla işlidir,
kubbe kenarında, tavan nakışları deri üzerine yapılmıştır.
Kubbenin dört penceresi, yapının ışık alma özelliğini oluşturur:
odanın çıkıntılarından ikisi kitaplık olarak yapılmıştır. Bu yapıda,
dergâh çilehanelerini andıran basık tavanlı birde oda vardır. Tavanı
işlemeli olan bu odanın ne için kullanıldığı tam olarak bilinmez.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Versailles Sarayı
Fransa'da, Paris dolaylarındaki saray ve müzedir. Önceleri
Versailles'da, kral Louis XIII için yaptırılmış basit bir av köşkü
vardı. Oğlu Louis XIV tahta çıkar çıkmaz, oturma yeri olarak
Versailles'ı seçti ve bütün soyluları Paris'ten uzaklaştırıp orada
toplamağa karar vererek bölgenin yeniden düzenlenmesini emretti. Eski
binaların yer aldığı küçük tepe, geniş bir taraça haline getirildi; bu
taraçanın üstünde kurulacak yeni şatonun uzunluğu 500 metre olacaktı.
Parkın düzenlenebilmesi için de başka bir tepe düzleştirildi,
bataklıklar kurutuldu.
Mimar Louis Le Vau (1612-1670) burada, düzeni ve boyutları açısından
«klasik» üslûbun en katıksız örneği olan görkemli bir şato yaptı. Onun
ölümünden sonra Jules Hardouin-Mansart (1646-1708), kral dairelerini
kraliçe dairelerine bağlayan ünlü Aynalı Galeri'yi, kuzey ve güneydeki
iki ek binayı, kiliseyi ve Büyük Trianon'u ekledi. Aynı tarihlerde Andre
Le Nötre da (1613-1700) bahçenin planını çizdi. Günümüzde müze olarak
halka açılan bu güzel saray, Versailles'ı, Fransa'nın en turistik
şehirlerinden biri haline getirir.
Versailles Sarayı'nın ön yüzü, Mansart'ın eseridir ve yatay
çizgileriyle klasik mimarînin başeserleri arasında sayılır. Louis
XIII'ün «derme-çatma şato yavrusu», binlerce saraylıyı barındıracak ve
bütün Avrupa'nın gözünü kamaştıracak bir saraya dönüştürülmüştür. Bu
yapım işinde 36,000 işçi çalıştığı ve bir bayram günü sarayın
bahçesindeki fıskiyelerden akan suyun, 600,000 Paris'imin bir günlük su
tüketimine eşit olduğu bilinmektedir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yerebatan Sarayı
İstanbul'da eskiden kalma büyük sarnıçtır. Yerebatan Sarayı adıyla
anılan Bazilika Sarnıcı, İstanbul'da Ayasofya ile Cağaloğlu arasında
bulunan büyük bir sarnıçtır. Günümüzde de içinde su bulunan bu büyük
kapalı sarnıç, kentin su ihtiyacını karşılamak üzere îlkçağ'da
yapılmıştı.
İstanbul, tarihin bütün çağlarında güçlü devletlerce hep ele
geçirilmek istendiği için Bizans imparatorları kentin birçok yerinde
sarnıçlar yaptırarak kuşatma sırasında halkın su ihtiyacını
karşılarlardı. Yerebatan Sarnıcı, VI. yüzyılda imparator İustinianos
tarafından yaptırıldı. Sarnıcın suyu 19 km uzaklıktaki Belgrat
ormanından Cebeciköy Kemeri ile getiriliyordu. Sarnıç, Osmanlı devrinde
de uzun süre hizmet görmüştür.
80,000 Metreküp Su
Yerebatan, oldukça büyüktür: uzunluğu 140 m, genişliği 70 m,
yüksekliği 8 m. Bu boyutların içi yaklaşık olarak 80,000 metreküp
demektir. Sarnıcın üstü kapalı olduğu için tavanı tutmak üzere 12 sıra
halinde 4'er metre aralıkla dizilmiş 336 sütun bulunmaktadır. Sütunların
boyu 8 metredir.
İstanbul'da, Yerebatan'dan başka iki önemli kapalı sarnıç daha
vardır. Bunlardan biri Sultanahmet'le Çemberlitaş arasındaki çocuk
parkının altında bulunan Binbirdirek Sarnıcı, diğeri Büyük Postahane'nin
arkasında Acımusluk Sokağı'ndaki İsa Sarnıcı'dır. Her ikisi de bugün
depo olarak kullanılmaktadır.
Açıkhava Sarnıçları
Eskiden İstanbul'da açıkhava sarnıçları da çoktu. Bunların en
önemlileri Aetius, Mocius ve Aspar sarnıçlarıdır. Aetius Sarnıcı
Edirnekapı'dadır; boyutları 244x85x8 metredir. Şimdi Çukurbostan denen
Mocius Sarnıcı, Kocamustafapaşa'dadır; boyutları 170x147x10,5 metredir.
Aspar Sarnıcı, Sultanselim Camii'nin yanındadır (152x152x10,8 metre).
Binbirdirek
İstanbul'da Divanyolu'nun arkasındaki çocuk parkının altında bulunan
eski bir sarnıçtır. Ne zaman yapıldığı kesin olarak belli değildir.
Kullanılan tuğlalara bakılırsa İustinianos devrinde veya daha önce
yapıldığı söylenebilir. Uzunluğu 64 m, genişliği 56,4 m, yüksekliği 14,5
m'dir. içinde 14x16 sıra halinde 224 sütun vardır. Yüksekliğin fazla
olması nedeniyle sütunlar iki kattır. Sarnıcın su sığası 325,000
metreküptür. Yol düzeyindeki 10 pencere sarnıca aydınlık verirdi.
Osmanlı döneminde burası ipekçilere verilmiş, içine ipek ve iplik
tezgâhları kurulmuştu.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Avebury Dairesi
Avebury dairesi, Stonehenge kadar iyi bilinmemesine karşın daha ünlü
kuzeninin boyut ve yapı olarak cüceleşmış hali olarak alg
Atina'da Eskiçağ dünyasının en ünlü mimarlık yapıtlarından birinin
yükseldiği tepe.
Akropolis, Atina'nın tam ortasında yükselen, tepesi tabak gibi düz,
sarp bir kayalığa verilen addır. Eski Yunan dilinde bu sözcük yukarı
kent anlamına gelir. Çok eski çağlarda Akropolis, Eski Yunanlıların
oturduğu ve buradan çevre köylere egemen olduğu gerçek bir kaleydi, aynı
zamanda bir din merkeziydi. Bir ara Persler tarafından yıkılmış, sonra
Perikles'in öncülüğüyle, M.Ö. 450 yıllarına doğru yeniden yapılmıştı. O
çağların ünlü heykeltıraşı Pheidias ve başka güçlü sanatçılar bu işte
çalıştılar.
Akropolis'in batı yamacında, anıtsal kapılarıyla ziyaretçileri
karşılayan ilk yapı Proplyleia'dır. Yapının, çok büyük boyutlarda olan
kemerleri ince mermerden yapılmıştır. Bunun az ötesinde, Athena Nike'rim
küçük tapınağı vardır. Daha sonra, mat altın rengindeki mermerleri ve
kusursuz sütunlarıyla görkemli Parthenon Tapınağı gelir.
Yüzyıllara karşı koyabilmiş son anıt Erekhteion'dur. Adını Eski
Yunan'ın efsane krallarından ilki olan Erekhteios'tan almıştır. Burada
sütunların yerini kadın heykelleri alır. Bunlar, kimi gülümseyen, kimi
somurtan, hepsi mağrur altı Karyatid Kızı'nın heykelidir.
Parthenoıı Tapınağı, Akropolis'in doruğuna dikilmiş bir zafer
anıtıydı; Atinalıların savaş başarılarını kutluyordu. Vaktiyle bu
tapınakta, kentin koruyucu tanrıçası olan Athena'nın dev bir heykeli yer
alırdı.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Amfiteatrlar ve Arenalar
Daire biçiminde, seyirci yerleri basamaklı tiyatro.
Roma'da Coliseum veya Flavianus amfiteatrı. Milattan sonra 1.
yüzyılda yapılmıştır. 100 000 kadar seyirci alırdı.
Amfiteatron veya amfiteatr denilen bu yapı Romalıların buluşudur,
Eski Yunanlılara özgü değil. Romalılar tarafından, gladyatör dövüşlerini
mümkün olduğu kadar çok sayıda seyirciye sunma amacıyla yapılmıştır.
Taştan, çok büyük ve öylesine sağlam yapılardır ki, bunların birçoğu
bugüne kadar kalabilmiştir. Roma'da Coliseum, bunların en önemlisidir.
Fransa, İtalya, ispanya, Türkiye, Yunanistan'da da güzel örnekleri
vardır.
Amfiteatrlarda, ortada, dövüşçülere ayrılan kumla kaplı arena
bulunur. Bunun çevresinde, sahanlıklarla bölünmüş kat kat basamaklar
yükselir. Aşağıda, dolaşmak için galeri haline getirilmiş, üzeri örtülü
koridorlar bulunur. Amfiteatrın tepesinde ise bir platform vardır;
seyircileri güneşten ve yağmurdan koruyacak büyük bir örtü (velarium)
buraya tutturulur.
Hemen her zaman yenik düşenin öldürülmesiyle sonuçlanan ve Etrüsk
kökenli vahşi gösteriler olan gladyatör dövüşleri M.Ö. III. yy.dan
itibaren, Roma'da başladı. Gladyatörler, bu iş için özellikle eğitilmiş
köleler ve tutsaklardı. Grup halinde veya ikişer ikişer dövüşürlerdi.
Biri yere düşecek olursa halk; eğer onun bağışlanmasını istiyorsa,
başparmağını yukarı kaldırırdı; öldürülmesini isteyecek olursa da
başparmağını aşağıya doğru çevirirdi. İmparatorlar için, bu tür
eğlenceler düzenlemek, halkın sevgisini sağlayacak ve halkın dikkatini
devlet işlerinden başka konulara uzaklaştıracak birer fırsat
sayılıyordu.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bayezit Külliyesi
Sultan Bayezit ll'nin Edirne'de yaptırdığı Bayezit Camii ile buna
bağlı medrese, şifahane v.b.'den oluşan eserler topluluğu.
Sultan Bayezit Camii ve külliyesi 1484-1488 yıllarında Mimar
Hayrettin tarafından yapıldı. Külliyenin bütünü 100 kadar kubbe ile
kaplıdır. Caminin kubbesinin çapı 22,55 metredir, yanıbaşında küçük
avlulu bir medrese ve biraz açığında geniş avlulu bir şifahane vardır.
Sultan Bayezit II bu külliyenin yönetimi için 167 görevli atamıştı.
Buradaki Tıp Medresesi'nde okuyan öğrenciler hastahanelerde staj görüp
yetişirlerdi. Ülkenin ünlü bilginleri Bayezit medreselerinde müderrislik
(profesör) ederlerdi.
ŞİFAHANE
Bayezit külliyesine bağlı şifahanede akıl ve ruh hastaları tedavi
görürdü. Tedavi aracı olarak müzik, çiçekler, çeşitli av etleri ve
ilaçlar kullanılırdı. Şifahanenin başlıca tedavi aracı müzikti.
Bilindiği gibi XIX. yy.a kadar Avrupa'da akıl ve ruh hastalarına çok
kötü muamele edilirdi. Buna karşılık Osmanlı ülkesinde bu hastalara her
zaman iyi davranılırdı. Hastaları müzikle tedavi etmek için şifahanede
hanende (şarkı söyleyen) ve sazende (çalgı çalan) olarak 10 görevli
bulunuyordu. Bunlardan üçü şarkı söyler, diğerleri çalgı çalarlardı
(ney, keman, muskar, santur, cenk, cenk santur, ud).
Tedavide çiçeklerden de yararlanılırdı. Çiçeklerin yalnız rengi
değil kokusu da hastalar üzerinde iyi etki bırakırdı. En çok kullanılan
çiçekler sümbül, lâle, reyhan, karanfil, şebboy, nesrin, yasemin,
deveboynu, zerrindi.
Av etlerine gelince, her hasta için hekim öğüdüne göre özel tarzda
pişirilen çeşitli yabani kuş etleri kullanılırdı: keklik, turaç, sülün,
kaz, ördek v.b. Bu arada memeli hayvanlardan geyik etine de yer
verilirdi.
Şifahanenin eczane kısmı da çok işlekti. Haftanın iki gününde
eczaneden her isteyene bedava ilaç verilirdi, ilaçlar burada hazırlanır,
bunun için yüklü bir hammadde stoku bulundurulurdu. Sultan Bayezit II
eczanede herkesin görebileceği yere bir yazı astırmıştı. Bu yazıda,
muhtaç olmadığı halde her kim bu eczaneden ilaç alır da ticaret maksadı
ile kullanırsa o kimsenin sakat kalıp fakir düşmesi dileği
belirtiliyordu. Padişah ilencinden çok korkulduğu için fakir olmayanlar
bedava ilaç almaktan çekinirlerdi.
Tıp medresesinin tedavi merkezi olan dârüşşifa, kubbeli ve altı
hücreli bir yapıdır. Hücrelerdeki akıl hastalarının birbirini görmemesi
sağlanmıştır. Ortadaki havuzun çevresinde yer alan saz sanatçıları
müzikle tedavi yapmış olurlardı.
Bayezit II külliyesi. Tunca kıyısındaki tabhane, dârüşşifa, medrese
ve imaret binalarından: oluşur. Külliye, o sırada fethedilen Akkerman
Kalesi hazinesinde bulunan altınlarla inşa ettirilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Paskalya Adası
Şili'nin batısında Büyük Okyanus'ta ada. Yüzölçümü 179 km2.
Bu volkanik ada adını, Hollandalı Jacob Roggeveen tarafından 1772
yılının Paskalya günü keşfedilmiş olmasına borçludur. 1888'den beri
Şili'ye aittir.
Polinezya Adaları'nın en doğusunda bulunan Paskalya Adası, dünyanın
en ıssız, aynı zamanda en esrarlı beldelerinden bindir. Bilginler, bu
adanın ilk halkının Güney Amerika'dan mı, Polinezya'dan mı geldiğini
henüz keşfedemediler. Bu insanlar her halde olağanüstü gemicilik
niteliklerine sahiptiler, çünkü adaya en yakın kara 2000 km uzaktadır.
Ada, sarımtırak bir volkanik taştan, tek parça olarak yontulmuş dev
boyutlu heykelleriyle ünlüdür. Heykellerin hepsinin, uzun kulaklı
koskocaman başları vardır ve bacaksız bir gövde üzerine
oturtulmuşlardır. Bu heykellerin en büyüğünün yüksekliği 30 metreyi
bulur ve bunların sadece yontulmuş saçları bile 30 ton çeker. Ada halkı,
bu heykelleri kraterin çevresinden bulundukları yere kadar nasıl
getirebilmiş, nasıl dikebilmişlerdir? Bu heykellerin anlamı nedir? Henüz
hiç kimse bu gizemleri çözebilmiş değildir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Selimiye Camii
Edirne'deki ünlü Türk camii.
Kanunî Süleyman'ın oğlu Selim II tarafından Edirne'de ünlü mimar
Sinan'a yaptırılan Selimiye Camii, selâtin camilerinin en ünlülerinden
biridir. Yapımı 1569'dan 1675'e kadar 6 yıl sürmüş ve yaptıran padişahın
adıyla anılması için de Selimiye adı verilmiştir.
Mimar Sinan bu camiyi yaparken o zamana kadar hiç bir mimarın
başaramadığı bir işi başarmış, önceki büyük cami ve kiliselerde
görülmemiş bir ustalıkla bütün camiyi tek bir kubbeyle örtebilmiştir. Bu
yüzden Mimar Sinan'ın şöyle dediği söylenir: «Şehzade Camii'ni
çıraklığımda, Süleymaniye Camii'ni kalfalığımda, Selimiye'yi ustalığımda
yaptım».
Gerçekten de o zamana kadar bu gibi eserlerde ana kubbe kademeli
olarak yarım kubbelerin üstünde yükselirdi. Sinan, bu camide ana kubbeyi
8 filayağına dayanan sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturtmuştur.
Kasnak filayaklarına, filayakları da dış desteklere kemerlerle
bağlanmıştır. Kubbenin yüksekliği 15,86 m'dir (Ayasofya'nın kubbesinden l
m daha yüksek). Caminin içi İznik çinileriyle süslenmiştir.
ÜÇ ŞEREFE ÜÇ MERDİVEN
Caminin dört köşesinde yer alan dört minarenin dördü de üç
şerefelidir. Giriş kapısının iki yanındaki minarelerin üç şerefesine üç
ayrı merdivenle çıkılır. Öteki minareler birer merdivenlidir; her
birinin yüksekliği 70,889 m'dir. Minarelerin kubbeye yakınlığı camiye
ayrı bir estetik güzellik vermektedir.
Selimiye bir külliye olarak yapılmıştır. Taş duvarlarla sınırlı
geniş avlunun içinde dârülsıbyan (çocuk okulu), dârülkurra (Kur'an
kursu) ve medrese vardı. Ortasında oymalarla süslü bir şadırvan bulunan
revaklarla çevrili Selimiye Medresesi şimdi müze haline getirilmiştir.
Caminin cümle kapısı mermer sarkıtlarla süslenmiştir. Avlunun dış
kapısında bile ince bir işçilik göze çarpar.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Beçin Kalesi
Milas - Ören karayolunun 5. kilometresinde, Milas Ovası'na hakim
yaklaşık 210 metrelik düz doruklu bir tepenin üzerindedir. 14. yüzyılda
bölgeye hakim olan Menteşe Beyliği'nin başkentliğini yapmıştır. Beyliğin
merkezinin buradan Balat'a taşındıktan sonra da yerleşim devam
etmiştir. Tapu kayıtlarına göre 18. yüzyıla kadar Milas'ında bağlı
olduğu bir kaza merkeziydi. Daha sonra önemini yitiren yerleşim 60'li
yıllarda terkedilmiştir. Antik Mylasa kentinin merkezinin burası
olduğuna dair tezler de ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre Milas'ın
bugünkü yerleşim alanı Mausolos zamanından beri kullanı...
Milas - Ören karayolunun 5. kilometresinde, Milas Ovası'na hakim
yaklaşık 210 metrelik düz doruklu bir tepenin üzerindedir. 14. yüzyılda
bölgeye hakim olan Menteşe Beyliği'nin başkentliğini yapmıştır. Beyliğin
merkezinin buradan Balat'a taşındıktan sonra da yerleşim devam
etmiştir. Tapu kayıtlarına göre 18. yüzyıla kadar Milas'ında bağlı
olduğu bir kaza merkeziydi. Daha sonra önemini yitiren yerleşim 60'li
yıllarda terkedilmiştir.
Antik Mylasa kentinin merkezinin burası olduğuna dair tezler de
ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre Milas'ın bugünkü yerleşim alanı
Mausolos zamanından beri kullanılmaktadır. Beçin'de günümüzde de devam
eden kazı çalışmaları Profesör Hüseyin Rahmi Ünal başkanlığında devam
etmektedir.
İç Kale
Menteşe döneminde bugünkü halini alan kale, kısmen bir tapınağın
üzerine kurulmuştur. Oldukça harap durumdaki surlarla çevrili alanda
varlığı saptanabilen yapılar hamam, sarnıç ve tonozlu bir yapı
kalıntısından ibarettir. 80'li yıllarda terkedilen köyün kalıntıları da
bu alan içerisindedir.
Büyük Hamam
14. yüzyılda yapılan yapı, kentteki hamamların en büyüğüdür. Üç
eyvanlı hamamın soyunma bölümü yıkık haldedir.
Ahmet Gazi Medresesi
1375 tarihli bu yapı, yeni denemeler getiren medreselerin ilk
örneklerinden biridir. Çift eyvanlı, bir kesimi iki katlı, açık avlulu
bir yapıdır. Gotik etkili silmeli taçkapısı, ana ve giriş eyvanıyla
beraber revaksız oluşuyla da dikkat çeker.
Orhan Bey Cami
Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Girişi ve duvarlarının bir kısmı
ayakta olan yapıda yapılan kazı çalışmalarından ahşap destekli bir cami
olduğu anlaşılmaktadır.
Bey Konağı
14. yüzyılda yapıldığı zannedilmektedir.
Bey Hamamı
Enine sıcaklıklı ve çift halvetli hamamın su deposu, külhanı ve
soyunmalık mekanı kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır.
Kızılhan
14. yüzyıl sonu ya da 15. yüzyıl başına tarihlenen han iki katlıdır.
Alttaki ahır mekanı, kısmen yıkılmış bir tonazla örtülüdür. Üst katta
yer alan iki mekanınsa birer kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Euromos
Halk arasında Ayaklı olarak bilinen kalıntılar Milas - Söke
karayolunun 13. kilometresinde, Selimiye Bucağı yakınlarındadır. Bugünkü
karayolu, antik kentin içinden geçmektedir. Yörede Mylasa'dan sonra en
önemli kent olmasına rağmen Helenistik dönemden önceki tarihi hakkında
fazla bir bilgi yoktur. Kıyıya uzak bir kent olmasına rağmen MÖ 5.
yüzyılda Atina önderliğindeki Delos Birliği'ne katılan kent, MÖ 201 -
196 tarihleri arasında Büyük İskender'in egemenliği altında yaşadı. Daha
sonra bir dönem Mylasa'nın yönetimine giren kent, kısa süre sonra
tekrar bağımsızlığına kavuştu.
Halk arasında Ayaklı olarak bilinen kalıntılar Milas - Söke
karayolunun 13. kilometresinde, Selimiye Bucağı yakınlarındadır. Bugünkü
karayolu, antik kentin içinden geçmektedir. Yörede Mylasa'dan sonra en
önemli kent olmasına rağmen Helenistik dönemden önceki tarihi hakkında
fazla bir bilgi yoktur. Kıyıya uzak bir kent olmasına rağmen MÖ 5.
yüzyılda Atina önderliğindeki Delos Birliği'ne katılan kent, MÖ 201 -
196 tarihleri arasında Büyük İskender'in egemenliği altında yaşadı.
Daha sonra bir dönem Mylasa'nın yönetimine giren kent, kısa süre
sonra tekrar bağımsızlığına kavuştu. Kente ait sikke basımı MS 2.
yüzyıla kadar devam etmiştir. Kentte 1969'dan itibaren birkaç yıl
Profesör Ümit Serdaroğlu tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır.
Kent Surları
Bölümler halinde günümüze ulaşan surların MÖ 4. yüzyılda yapıldığı
sanılmaktadır.
Nekropol
Anayoldan tapınağa giden yolun her iki tarafında görülebilir. Dikkat
çekici özelliğe sahip herhangi bir kalıntıya rastlanmamaktadır.
Zeus Tapınağı
MS 2. yüzyıldan kalma yapı Korint Düzeninde 6x11 sütunlu bir
peripterostur. Bugün ayakta kalan sütunların bir kısmının yivsiz
olmasından yapının yarım kaldığı anlaşılmaktadır. Kuzey ve batıya bakan
yüzlerde bulunan sütunların tamamında adak yazıtları; güneye bakan
yüzdeki kornişin bir parçası, üzerinde bulunan aslan başlı su oluğuyla
birlikte görülebilmektedir.
Tiyatro
Batıya bakan büyük ama oldukça kötü durumda olan yapının oturma
sıralarından beşi görülebilmektedir.
Agora
Kareye yakın planda olan agoranın dört yanı stoa ile çevrilmişti.
Günümüze çok az bir kısmı ulaşmıştır. George Bean burada bulunan ve iyi
okunamayan bir yazıtta Kallithenes adlı kişinin kente yaptığı parasal
yardım ve İasos yandaşlığının anlatıldığından bahsetmektedir.
Hamam
Geç Roma ya da erken Bizans döneminde yapılan bina, dere yatağına
yakınlığından dolayı hamam olabileceği izlenimini vermektedir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kefren Piramidi
Kefren Piramidi, grubun ortasında yer alan piramittir ve birçok
yönden komşularından geri kalmaktadır. Büyük Piramit'in güneybatısında
bulunur ve orijinal yüksekliği 143.51 metredir. Temeldeki kenar
uzunlukları ortalama olarak 215.26 metredir. Büyük Piramit gibi,
pusulanın temel yönlerine oturtulmuştur ama aynı tutarlılığı
göstermemekte ve maksimum 6 dakikalık bir sapma yapmaktadır. Taş
işçiliği de Büyük Piramit'in yanında zayıf kalmaktadır. Ancak, yine de
etkileyici bir yapıdır. Biraz yüksek bir yerde inşa edildiği için, daha
gösterişli komşularına denk gibi görünmektedir.
53.13 derecelik eğim açısıyla, aynı yükseklik oranına sadık
kalınarak yapıldığı bellidir; bunun oranı 2:3'dür. Bu oran, Pisagor'un
ünlü 3:4:5 üçgenine uymaktadır. Bazı otoriteler antik Mısırlılar'ın
3:4:5 dik açılı üçgeni bilmediklerini, bunun hiçbir matematik metininde
görünmediğini söylemektedirler. Öyle ya da böyle, Kefren Piramidi'nde bu
görülmektedir.
Ayrıca, Keops ve Kefren piramitleri arasında sayısal bir oran da
vardır. Temeldeki ortalama kenar uzunluklarını birbirine böldüğümüzde
(230.36 - 215.72 = 1.068), yaklaşık 16:15 oranını yakalarız. Bu, Giza
platosundaki piramitlerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu ve tutarlı
bir plana dayanarak yapıldıklarını gösterir. Bütün piramitlerin girişi
kuzeye bakmaktadır. Kefren Piramidi'nde ise iki koridor vardır. Biri
kazılar sonucunda bulunmuştur; diğeri ise onun yaklaşık 15 metreyle tam
üzerinde, piramidin yan tarafında yer almaktadır. Üst koridor 26
dereceyle aşağı inmekte, 14.173 metreye 5.029 metrelik bir odada son
bulmaktadır.
Piramidin batı tarafında, morg tapınağından vadi tapınağına inen bir
geçit bulunmaktadır; bu geçidin sütun ve duvarları hâlâ ayaktadır. Bu
Vadi Tapınağı'nın yakınında ünlü Sfenks bulunmaktadır; yüzünün Kefren'i
temsil ettiği söylenmektedir. Ama yüz orantılarına bakıldığında,
Sfenks'in başka bir firavunu daha model aldığı söylenebilir. Gerçekten
de, bu anıtın dikim tarihi hakkında büyük çelişkiler vardır.
Bazı otoriteler Sfenks'in M.Ö. 5000 yıllarında yapıldığını
söylemektedirler. Çevredeki kayalara bakıldığında, rüzgarın kumları
çarparak yapabileceğinden çok, yağmurla oluşmuş bir aşınma
görülmektedir. Bu durumda Mısır'da çok daha fazla yağmurun yağdığı
zamanlarda yapıldığı düşünülmektedir.
Mısır'ın şu anki iklimi M.Ö. 3100 yıllarında oluşmuştur. Bundan
önce, bütün Sahra bölgesinde Mısır da dahil olmak üzere, hava daha
nemliydi. Aşınma biçimleri, Sfenks'in bu daha önceki nemli iklim
döneminde yapıldığını göstermektedir. Üç piramidin dış yüzeyindeki
durum, böyle bir nemli iklim aşınması göstermemektedir. Bu durumda
piramitlerin daha sonraki tarihlerde, M.Ö. 2500 yıllarında yapıldığı
düşüncesini güçlendirmektedir. Bu yüzden, önce Sfenks yapıldıysa,
piramitlerden çok daha önce kullanılan bir gözlem aracı olduğu sonucu da
ortaya çıkmaktadır.
Yapım Yılı: MÖ 2558-2532
Toplam Blok Sayısı: Bilinmiyor
Taban: Herbir köşesi 214.5 metre, toplam 11 akre, 5,166,000 m2
Toplam Ağırlık: Belirsiz
Herbir Taş Bloğun Ortalama Ağırlığı: 2.5 ton, dış bölümdeki bazı
koruyucu taşların ağırlıkları 7 ton
Yükseklik: Orijinal 143.5 metre, şu anda 136 metre
Eğim Açısı: 53 derece 7'48"
Yapı Malzemesi: Kireçtaşı ve kırmızı granit
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Gizemli Maya Sarayı
2.000 yıl önce Kuzey Guatemala'daki Cancuen Sarayı'nda oturan Maya
kralları, ülkeyi buradan yönetirlerdi. Ancak Maya Krallığı M.S. 840
yılında ekonomik çöküşe bağlı olarak yıkıldığı zaman, yağmur ormanları,
krallığın bulunduğu bölgenin üzerini örterek yüzyıllarca uygar dünyanın
açgözlü yağmacılarından gizledi.
Arkeologlar, bu bölgede orman dokusunun altında Maya Krallığı'nın
bulunduğunu 1905 yılından beri biliyorlardı, ancak kazılarda çok önemli
bir kalıntı bulacakları hiç akıllarına gelmiyordu.
Vanderbilt Üniversitesi'nden arkeolog Arthur Demarest'in
liderliğinde bir grup bilim adamı, Guatemala'daki Universidad del
Valle'nin yardımlarıyla üç katlı, 170 odalı, 11 avlulu bir sarayı ortaya
çıkarttıklarını duyurdu. Bu saray bugüne dek bulunan en iyi korunmuş
Maya sarayı.
''Saray, o kadar büyüktü ki herkesi bunun gerçek olduğuna
inandırmakta zorluk çektik'' diye konuşan Demarest, aralarında
törenlerde kullanılan pirit aynalar, obsidyen bıçaklar, yeşimden
yapılmış tabakların olduğu Maya Uygarlığı'na ilişkin çok değerli eserler
bulduğunu açıkladı
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Piramitlerin Esrarı
Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir ve bu taşları temin
edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıktadır. Bu
taşların nasıl getirildiği konusunda kesin olmayan farklı varsayımlar
bulunmaktadır.
Piramit, kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2
kez güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler)
Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12
bilim adamı kanserden ölmüştür.
Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar
çalışmamaktadır.
Kirletilmiş suyu, birkaç gün Piramit'in içine bıirakırsanız; suyu
arıtılmış olarak bulursunuz.
Piramit'in içerisinde süt, birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda
bozulmadan yoğurt haline gelir.
Bitkiler Piramit'in içinde daha hızlı büyürler.
Piramit'in içine bırakılmış su, 5 hafta süreyle bekletildikten sonra
yüz losyonu olarak kullanılabilir.
Çöp bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden Piramit
içinde mumyalaşır.
Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir Piramit'in içinde daha
çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında bir bilgi
yoktur; araştırmacıların çoğu, ya içinde kayboldular ya da aynı yerde
birkaç tur attılar, fakat içlerini göremediler.
Piramitlerin içi yazın soğuk kışın sıcak olur.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sfenks
Başı firavun, gövdesi aslan şeklindeki Sfenks'in, Kefren'in başı ve
onun ruhu ile tüm mezarlık komleksini koruduğuna inanılır. Gizeh'in
doğal kireçtaşlarından yapılmış olan Sfenks'in, geçen yıllar boyunca
bazı parçaları çöl zemininin üstüne düşerek dağılmıştır. İçerisinde
Gizeh'te bulunan diğer piramitlerde olduğu gibi odalar bulunup
bulunmadığı bilinmemektedir.
Yapım Yılı: Belirsiz
Taban: 57 metre
Toplam Ağırlık: Belirsiz
Genişlik: Yüzü 6 metre genişliğinde
Yükseklik: Toplam 20 metre, çenesinden başına 91.5 metre
Yapı Malzemesi: Yumuşak kireçtaşı
Heykellerin en esrarengizi olan Sfenks, solundaki taşocağından
alınan ve Piramitlerin yapımında kullanılanlarla aynı, tek bir blok
kireçtaşından yontularak oluşturulmuştur. Uzmanlar, Kefren Piramiti'nin
arkasında ve yüzü ona dönük olarak durmasının temsil ettiği fikirden
yola çıkarak; onun 4,600 yıl önce Firavun Kefren tarafından yontulduğuna
inanır.
Yarı insan, yarı aslan olan Sfenks, 73 metre boyunda ve 20 metre
yüksekliğindedir. Kötü bir şekilde aşınmış ve M.Ö. 1400 yılında,
rüyasında Sfenks'in kendisine etrafındaki kumları temizlemesini
söylediğini gören yukarı ve aşağı Mısır'da taç giymiş, Firavun Tutamon
IV ile başlayan ve sonraki binlerce yıl boyunca devam eden sayısız
restorasyonlar geçirmiştir. Sfenks, yakın bir zamanda önemli bir modern
restorasyona daha uğramıştır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kukulkan Piramidi
İspanyol tarihçisi Diego Garcia de Palacio, 1576 yılında Maya
şehirlerinden biri olan Copan hakkında: "Burada bir zamanlar büyük bir
şehrin varlığını kanıtlayan harikulade tapınak kalıntıları bulunuyor.
İnsan, böylesine ilkel insanların geçmişte bu denli güzel yapıları nasıl
inşa ettiklerim anlayamıyor" diye yazmıştı. Copan, öylesine çok sayıda
piramit, saray, yol ve kanallarla düzenlenmiş bir şehir ki!. Onun için
bu insanları ilkel diye adlandırmaya kalkacak olursak, İspanyol
tarihçisinin düştüğü çıkmaza saplanıp kalmak kaçınılmaz olacaktır.
Yucatan'daki Maya merkezlerinin en önemlilerinden biri olan,
Çıken-İta'daki otuz metre yüksekliğindeki "Kukulkan Piramidi"nin tabanı,
55,5 metre uzunluğunda bir karedir. Dokuz platformdan oluşan; kat kat
görünümlü piramidin yan yüzlerinin tam ortasında doksanbir basamaktan
oluşan dört ayrı merdiven vardır. Piramidin en üstünde, yani dokuzuncu
platformun üzerinde, her iki yanı tüylü yılan sembolleriyle süslü olan
sütunlu oda görünümlü bir bölüm vardır. Bu bölüm, tanrısallığa
yükselişin ifadesiydi. Piramidin özelliği bunlarla bitmiyor.
Piramit öylesine ayarlanmıştır ki, her 21 Mart'ta güneşin batışından
yaklaşık olarak 1,5 saat önce, büyüleyici bir ışık-gölge oyunu ortaya
çıkmaktadır. Güneşin son ışıklarıyla birlikte dokuz platformun
basamakları, merdiven kenarlarında, gölgelerden oluşmuş eşkenar üçgenler
meydana getirmektedir. Bu, Kukulkan'ın vücudundaki dokuz kıvrımı
sembolize etmektedir. Daha sonra, bir tür gölge dalgasına dönüşmekte ve
güneşin batışıyla birlikte aşağı doğru süzülen bir yılan görüntüsü
oluşturmaktadır. Basamağın en altında da, ışık-gölge oyunları yardımıyla
bir yılan başı meydana gelmektedir.
21 Eylül'de ise, güneş doğarken, aynı olaylar bu sefer aksi
istikamette yinelenmektedir. Önce tüylü yılanın başı canlanmakta,
ardından güneşin ışınlarıyla birlikte yukarıya doğru tırmanışa geçmekte
ve yavaş yavaş devam eden bu tırmanışın sonunda da gökyüzünde kaybolup
gitmektedir. Sözü edilen bu ışık gölge oyunlarının ayarlanabilmesi için;
yüksek seviyede matematik bilgisine ihtiyaç vardır.
İnşaat sırasında hiçbir iş tesadüfe bırakılamazdı, yani daha sonra
düzeltilmek üzere yapılmazdı. Her şeyden önce piramidin inşa edileceği
yer hesaba katılmak zorundaydı. Daha sonra da dokuz platformla, her biri
doksanbir basamaklı olan dört adet merdivenin uyum içinde olması
gerekmekteydi. Çünkü açılardaki en ufak bir sapma bile, söz konusu kesin
sonucun elde edilmesine engel olurdu.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dünyanın 7 Harikası
İnsanların çağlar boyunca hayran kaldıkları büyük eserler, asırlar
boyu sanatçılara ilham, onlara yaklaşma ve onları geçme, daha iyisini ve
daha güzelini yapma arzusu vermiştir. Tarihi açıklayan, insan gücünün
ve kabiliyetinin tanıkları olan bu şaheserlere ilgi duymayan nesiller,
yaratıcılıklarını kaybetmişler, içinde bulundukları nesillerin medeniyet
yarışında geri kalmalarına sebep olmuşlardır. Bu sebeple, bütün dünya
için eşsiz birer kaynak ve hazine olan bu eserlerin bilinmesinde büyük
faydalar vardır.
Tarihçiler, yazarlar ve sanatkarlar, yüzyıllardan beri "Dünyanın en
büyük ve en güzel anıtları hangileridir, nerede, ne zaman ve niçin
yapılmışlardır?" sorularına cevap aramışlardır. M.Ö. 4. yüzyılda
Sidon'lu Antipatros ilk defa, kendi çağında yeryüzünde mevcut olan yedi
büyük ve güzel anıtı "Dünyanın Yedi Harikası" olarak adlandırmıştır.
Heykeltraşlık ve mimarlık şaheseri olan bu eserler şunlardır:
· Mısır Piramitleri
· İskenderiye Feneri
· Babil'in Asma Bahçeleri
· Efes'teki Artemis Tapınağı
· Olimpos'taki Zeus Heykeli
· Kral Mausoleus'un Mozolesi
· Rodos Heykeli
Antipatros'un, yaşadığı çağda dünyanın başka yerlerine gitme imkanı
olsaydı, belki de bu harikaların sayısını iki, üç katına çıkarırdı.
Ancak, sadece tanıdığı yerlerde gördüğü bu eserleri yedi harika olarak
tanımlamıştır. Ne yazık ki bu eserlerden günümüze sadece Mısır
Piramitleri ulaşabilmiştir. Diğerlerinin ise kısmen kalıntıları
bulunabilmiş ve hatta bazıları tamamen yok olmuşlardır.Daha sonraki
yüzyıllarda bazı tarihçiler "Dünyanın Yedi Harikası"na denk başka
eserler olduğunu ve bu sayının arttırılıması gerektiğini dile
getirmişler, Çin Seddi'ni, Ayasofya'yı, Maya ve Aztek tapınaklarını, Taç
Mahal'i, Sultanahmet Camii'ni ve diğer bazı eserleri de harika sanat
eserlerinin arasında saymışlardır.
Unutmamak gerekir ki, bu eserleri değerlerine, üstünlüklerine göre
bir sıraya koymak mümkün değildir. Yaş farkı gözetmeksizin her insanın
harika sıfatını almış bu eserleri tanımasının, bu eserlerin ortaya
çıkmasındaki ortam, yaşam tarzı ve inanışları bilmesindeki faydaları
küçümsenemez.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Babil'in Asma Bahçeleri
M.Ö. 450'li yıllarda tarihçi Herodot "Babil, yeryüzünde bilinen
bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar." demiştir. Herodot, şehrin dış
duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre
yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu
belirtmiştir. İç duvarlar, dış duvar kadar kalın değildi. Duvarların
içinde som altından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve
tapınaklar vardı. Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı. Bu kule, Tanrı
Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete ulaşmak için göğe doğru
yükseliyordu.
Babil, M.Ö. 605'den itibaren 43 yıl hüküm süren kral Nebuchadnezzar
tarafından yapılmıştır. Daha zayıf bir rivayete göre ise M.Ö. 810
yılından itibaren 5 yıl hüküm süren Asur kraliçesi Semiramis tarafından
yapılmıştır.
Bahçeler Nebuchadnezzar'ın sıla hasreti çeken karısı Amyitis'i
neşelendirmek için yapılmıştı.Amytis, Medes kralının kızıydı ve iki
ülkenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti.
Onun geldiği ülke yeşil, engebeli ve dağlıktı. Mezopotamya'nın bu dümdüz
ve sıcak ortamı onu depresyona itmişti. Kral, karısının sıla hasretini
gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar verdi. Yapay
dağlar ve suların akacağı büyük teraslar yaptırdı.
Yunanlı coğrafyacı Strabo'nun M.Ö. birinci yüzyıldaki tanımlamasına
göre, bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu.
Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi
için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş
tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat
nehrinden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu.
Zincir pompa, biri yukarıda, diğeriyse su kaynağında bulunan iki
büyük volana gerili, üzerinde kovalar bulunan bir sistemdi. Nehirden
dolan kova yukarıya çıkıyor içindeki suyu havuza boşaltıp tekrar nehre
dönüyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak
teraslardan aşağıya doğru akıyordu. Yunanlı tarihçi Diodorus'a göre
bahçeler yaklaşık 120 metre genişlikte ve 120 metre uzunluğunda ve 25
metre yüksekliğindeydi.
İstilalar yüzünden sönmeye başlayan şehir, özellikle Pers Kralı
Keyhüsrev'in Babil'i fethetmesinden sonra sönmeye başlamış, M.S. 5 ve 6.
yüzyıllarda kumlara gömülmüş ve bir kum dağı haline gelmiştir. Bu
şehrin, içindeki tapınakların ve asma bahçelerin kalıntıları ancak 20.
yüzyılda yapılan kazılarla meydana çıkarılabilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Artemis Tapınağı
Bizanslı Philon "Babil'in asma bahçelerini, Olimpos'taki Zeus
Heykelini, Rodos Kolossusu'nu, yüksek piramitlerin kudretli işçiliğini
ve Mausoleus'in mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes'teki
tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümünün gölgede kaldığını hissettim."
diye yazmıştı.
Tanrıça Artemis adına ilk türbe M.Ö.800'lü yıllarda Efes'teki nehrin
yakınındaki bataklık kıyıya yapılmıştı. Bazen Diana da denen Efes
tanrıçası Artemis, Yunan Artemis'iyle aynı değildi. Yunan Artemis'i av
tanrıçasıydı. Efes Artemis'i ise belinden omuzlarına kadar birçok
göğüsle resmedildiği gibi verimlilik, bereket ve doğurganlık
tanrıçasıydı.
Bu eski tapınakta muhtemelen Jüpiterden düşen bir meteorit olduğu
düşünülen kutsal birtaş vardı. Tapınak, sonraki yüzyıllarda birkaç kez
tahrip olmuş ve yeniden inşaa edilmiştir. M.Ö.600'lerde Efes şehri büyük
bir ticaret limanı haline geldi ve Chersiphron adlı bir mimar yüksek
taş kolonları olan yeni ve büyük bir tapınak inşaa etti.
Lidya kralı Croesus, M.Ö.550'de Efes'i ve Anadolu'daki diğer Yunan
şehirlerini fethetti. Bu savaş sırasında mabet tahrip oldu. Croesus,
mimar Theodorus'a daha öncekilerin hepsini gölgede bırakan yeni bir
mabet yaptırdı. Yeni tapınak öncekinin 4 katı büyüklükte 90 metre
yükseklikte ve 45 metre genişlikteydi. Masif bir çatı, yüzden fazla taş
sütunla destekleniyordu.
M.Ö. 356'da Herostratus adlı biri tarafından çıkarılan bir yangında
yanarak tahrip oldu. Bundan kısa bir süre sonra o günün en ünlü
heykeltraşı olan Scopas'lı Paros tarafından yeni bir mabet yapıldı.
Romalı tarihçi Pliny'ye göre yeni tapınak, 130 metre uzunlukta ve 68
metre genişlikteydi. Tavanı, yükseklikleri 18 metre olan 127 adet sütun
destekliyordu. İnşaat 120 yıl sürmüştü. Büyük İskender M.Ö.333'de Efes'e
geldiğinde tapınağın inşaası hala devam ediyordu.
M.S. 57'de St. Paul hristiyanlığı yaymak için Efes'e geldi. O kadar
başarılı oldu ki bundan, şehrin demircisi ve tapınaktaki heykellerin
sahiplerinden birisi olan Demetrius büyük bir korkuya kapıldı. Çünkü
Demetrius tapınaktaki heykellerin bir kısmının sahibiydi ve her yıl
tapınağa hacca gelenlerden iyi bir geliri vardı ve insanların dinini
değiştirmesi demek onun geçimini kaybetmesi anlamına geliyordu. Birlikte
ticaret yaptığı diğer kişileri de yanına alan Demetrius heyecan verici
ve "Yaşasın Efesliler'in Artemisi" diye biten bir söylev yaptı ve halkı
galeyana getirdi. Hemen sonra St. Paul'un yardımcılarından ikisini
tutukladılar. Bunu bir isyan takip etti. Sonuçta St. Paul, tutuklanan
yardımcılarıyla şehri terketti ve Makedonya'ya geri döndü.
262'de Gotların bir akını sırasında büyük Artemis tapınağı yakılıp
yıkıldı. Bir yüzyıl sonra Roma İmparatoru Constantine şehri yeniden
inşaa ettirdi. Fakat hristiyan olduğu için tapınağı restore
ettirmedi.Constantin'in çabalarına rağmen Efes eski günlerine dönemedi.
Çünkü gemilerin demirlediği liman yokolmuştu. Nehrin taşıdığı alüvyonlar
tarafından deniz şehirden uzaklaşmıştı. Zamanla şehir sakinleri kenti
terkettiler. Mabetin kalıntıları başka yapıların ve heykellerin
yapılmasında kullanıldı.
British Museum'dan John Turtle Wood 1863'de tapınağı araştırmaya
başladı. 1869'da 6 metre derinlikte, çamurların içinde tapınağın
temellerini buldu. Bulduğu heykelleri ve bazı kalıntıları British
Museum'a götürdü. 1904'de yine aynı müzeden D.G. Hograth'ın
liderliğindeki bir ekip kazılara devam ettiler ve sitede birbirinin
üzerine inşaa edilen 5 tapınak olduğunu keşfettiler. Bugün gelen
ziyaretçilere tapınağın yerini belli etmek için, bataklık halinde olan
bölgeye sadece bir tek sütun dikilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
İskenderiye Feneri
Mısır'da İskenderiye Limanı'nın karşısındaki Pharos Adası üzerine
yapılmıştı. Romalılar Mısır'ı ele geçirdikten sonra burada Ptolemaios
(Batlamyus) olarak anılan bir devlet kurmuşlardı. İnşaası M.Ö. 285-246
yılları arasında süren Fener, bu devletin ilk iki kralı
Ptolemy-Batlamyus-Soter ve Ptolemy tarafından yaptırılmıştı.
Kaidesi ile birlikte 135 metre yüksekliğinde olan fener, beyaz
mermerden yapılmıştı. Tepesinde bulunan, tunçtan yapılmış büyük bir ayna
70 kilometre uzaklıktan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik
ediyordu. Üç bölümden oluşan fenerin mimarı Knidos'lu Sostratus'tur. Alt
bölümü dikdörtgen şeklinde ve yaklaşık 55 metre yüksekliğindeydi. Orta
bölüm, yukarıya doğru giden rampası olan bir silindir şeklindeydi.
Yaklaşık 27 metre yüksekliğindeydi. Üst bölüm ise silindir şeklindeydi
ve üzerinde alevin bulunduğu bir odası vardı.
İskenderiye Feneri, antik çağın yedi harikası içinde günlük yaşam
için kullanılan tek eserdir. Ayrıca yedi harikanın ve gelmiş geçmiş
deniz fenerlerinin en yüksek olanı da bu fenerdir. Üst kısmı M.S. 955
yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de
başka bir depremde yıkıldı. 1500 yılında ise bu yapıya ait kalıntılar
tamamen yokoldu.
Üzerinde inşaa edildiği adadan dolayı Pharos olarak anılmış ve bu
kelime bir çok dile yerleşmiştir. İspanyolca, Fransızca ve İtalyancada
Pharos, deniz feneri anlamına gelmektedir. Yıkılmadan önce yapılan
resimleri, dünyadaki deniz fenerlerine yüzlerce yıldan beri örnek
olmuştur.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mausoleum
Plinius'un bildirdiğine göre, dünyanın yedi harikasından biri
sayılan Mausoleum, M.Ö. 350 de Mausolos için karısı Artemisia tarafından
yaptırılmıştır. "Farklı cephelerin süslemeleri ve mükemmelliği
birbirini taklit eden farklı sanatcılar tarafından ele alındı.
Leochares, Bryaxis, Skopas ve bazılarının düşündükleri gibi Timotheus'un
sanatlarının seçkin mükemmelliği o yapıya dünyanın yedi harikası
arasında ün kazandırdı."
Antik yazarlardan Vitrivius böyle söylüyor. Romalı tarihci Plinius'a
göre pteron kare şeklindeydi ve çevresinde 36 tane ion stili sütun
vardı. Her sütun arasında bir heykel dikiliydi. Pterondaki kabartmalar
Amazonlarla Yunanlıların savaşını gösteriyordu. Pteron üzerinde yirmi
basamaklı bir piramit vardı. Piramit beyaz paros mermerindendi.
İskenderiye limanının karşısında bulunan paros adasından özel
seçilmişti. En üstte quadrika (dört atlı araba) bunun üzerinde ise
Mausolos ve Artemisia'nın heykelleri bulunuyordu.
Tüm istilalara ve doğal afetlere karşın Mausoleum İS. 1406 yılına
dek ayakta kalmayı başarmıştır. Ta ki Alman mimar Schegelholt tarafından
yapılan St. Peters kalenin yapımına dek. Bu zamana kadar 1500 yıl
ayakta kaldı. Sadece basamakları görünen yapının derinlerine giderek
elde ettikleri mermeri yakıp kireç yaptılar. Bazı kabartmalar duvar taşı
olarak kullanıldı. Bazılarının üzeri silinerek oymalar kazındı. 1875 de
Sir C. Newton kazılara başlar, bazı friz ve Mausoleon ile Artemision'un
heykellerini ve büyük aslan heykelleri İngiliz Britich Museum'a
taşındı.
Mausoleum'un yapımı yarılandığında Halikarnassos'un parası biter ve
geri kalan bölümler özveri ile yapılır. Neyazık ki şu an yapının yerinde
görülecek hiç bir şey yoktur. Bu ünlü yapı Halikarnassos'un diğer karia
kentlerinden daha fazla tanınmasını sağlamıştır. Rahip Eustatius 12.yy
da "Homeros üzerine açıklamalar" adlı eserinde Mausoleum için ölümsüz
pırlanta sıfatını kullanır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mısır Piramitleri
Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar ulaşan tek eser,
Mısır'daki Keops Piramididir. Mısır'ın başkenti Kahire yakınındaki Nil
Nehrinin batısında bulunan Giza Yaylasında bulunmaktadır. Keops
Piramidinin yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos
piramitleri bulunmaktadır. Ayrıca, içlerinde prenseslere ve firavunun en
yakın yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha vardır.
Büyük Piramit de denen Keops Piramidi, M.Ö. 2800 yıllarına doğru
hüküm süren Mısır'ın 4. Sülale devri hükümdarlarından Keops'un
mezarıdır. İkinci büyük piramit, Keops'un kardeşi olan ve O öldükten
sonra firavun olan Kefren'e aittir. Küçük piramit ise M.Ö. 2500'lü
yıllarda hüküm süren Mikerinos'a aittir.
Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt-kabirlerin en eskileri ve en
büyükleridir. Bunların en haşmetlisi olan Keops Piramidi dış görünüşü
ile de "Dünyanın Birinci Harikası" olma niteliğine hak kazanmıştır.
Piramitler, firavunun mumyası ile hepsi birbirinden değerli eşsiz
nitelikteki sanat eserlerini; kral, kraliçe, prens heykellerini de
içlerinde saklıyordu ve bu eşsiz hazineleri saklamak için
yapılmışlardır.
Keops Piramidinin yüksekliği 138 metredir. Tepeden 10 metre kadar
aşınmıştır. Bazıları 10-15 ton ağırlığında olan 2.300.000 adet blok
taşın üst üste yığılmasıyla oluşturulmuştur. Bir kenarı 227 metre olan
dörtgen tabanı 50.524 metrekarelik bir alanı kaplar. Piramidin iç
ortasında, tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre kadar
yukarıda firavunun odası vardır. Firavunun mumyası, hazinesi ve özel
eşyası bu odaya konmuştur. Oda 10,5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte
ve 6 metre yüksekliktedir. Buraya 50 metrelik bir dehlizden girilir.
Biri kraliçeye ait olan iki oda daha vardır.
Tarihçi Herodot'a göre, ağır granit blokları, piramidin üst
bölümlerine çıkarmak için 925 metre boyunda, 19 metre genişlikte bir
rampa yapılmıştır. Sadece bu rampanın yapılması bile 10 yıl sürmüştür.
Bu muazzam mezar, üç ayda bir toplanan 100.000 esirin çalışmasıyla 30
yılda tamamlanmıştır. Daha sonra da Keops'un ve eşinin mumyalanmış
cesetleri bu mezara yerleştirilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Zeus Heykeli
Eski zamanlarda Yunanlılar'ın en büyük festivali, "Tanrıların Kralı
Zeus" onuruna düzenlenen Olimpiyat Oyunlarıydı. Bugünkü Olimpiyat
oyunlarına benzeyen bu müsabakalarda Anadolu, Suriye, Mısır, Yunanistan
ve Sicilya'dan atletler yarışırlardı. Olimpiyatlar ilk kez M.Ö. 776'da
başladı. Oyunlar 4 yılda bir düzenleniyordu ve Yunan şehir devletlerinin
bütünlüğünü sağlamaya yardımcı oluyordu.
Yunanlılar, Yunanistan'ın batı kıyısında Peloponnesus denen
bölgedeki Olimpos'ta Zeus adına bir tapınak yaptırmışlardı. Kutsal
oyunlar süresince, şehir devletleri arasındaki savaşlar kesiliyor ve
oyunlar için Olimpos'a (Olympia) gidecekler için güvenli bir -- Bu mesaj
otomatik olarak gelmektedir. -- imkanı sağlanıyordu.
Oyunların yapıldığı yerde bir stadyum ve kutsal bir koruluk vardı.
Yunanlılar ilk zamanlarda basit bir yapısı olan tapınağın yerine, zaman
içinde oyunların öneminin artmasıyla, yeni ve tanrıların kralının adına
yaraşır bir tapınak yapmak istediler. Bunun için Elis'li Libon yeni bir
tapınak yapmaya başladı ve M.Ö. 456'da Zeus tapınağı bitirildi.
Tapınak dikdörtgen bir platform üzerine inşaa edilmişti. Binanın
yanlarında yeralan 13 adet büyük sütun, tavanı destekliyordu. Her köşede
6 adet sütun vardı. Üçgen şeklindeki tavan heykellerle doldurulmuştu.
Kolonların üzerindeki pedimentler, Heracles'in heykelleriyle süslüydü.
Tapınağın içerisinde tanrıların kralı Zeus'un görkemli bir heykeli
yeralıyordu.
Heykeli, Atina'daki Parthenon tapınağı için Athena heykelini yapan
Phidias yapmıştır. Heykel tapınağın batı ucuna yerleştirilmişti. 7 metre
genişlikte ve yaklaşık 12 metre yüksekliğindeydi. Zeus, özenle
hazırlanmış tahtında oturur şekildeydi. Başı neredeyse tavana değiyordu.
Sağ elinde zafer tanrıçası Nike'ı tutuyordu. Sol elindeyse üzerinde
çeşitli metallerden kakmalar olan ve üzerinde kartal olan bir hükümdar
asası vardı. Altın, abanoz, fildişinden yapılmış olan ve değerli
taşlardan kakmaların bulunduğu Zeus'un oturduğu taht, heykelin
kendisinden daha etkileyiciydi. Üzerinde, Yunan tanrılarının ve sfenks
gibi mistik hayvanların oyma figürleri yer alıyordu.
Heykelin derisi fildişinden, sakalı, saçları ve elbisesi altındandı.
Tasarım, bir ahşap çerçeveye altın ve fildişi levhaların
tutturulmasıyla yapılmıştı. Olimpos'un havası çok fazla nemliydi. Bu
yüzden fildişi levhaların çatlamaması için tapınağın altındaki özel bir
havuzda bulundurulan bir yağ ile sürekli yağlanıyordu.
Roma imparatoru Theodosius I, M.S.255 yılında, bir dinsiz adeti
olduğu gerekçesiyle olimpiyatları durdurdu. Daha sonra zengin
Yunanlılar, heykeli Bizans'a taşıdılar. Heykel, M.S.462 yılında çıkan
bir yangında yokoldu. Olimpos'ta 1829'da Fransızlar tarafından burada
bulunan bazı heykel parçaları Paris'te Louvre müzesinde
sergilenmektedir.
Bugün, bölgedeki stadyum restore edilmiştir. Zeus tapınağıyla ilgili
birkaç sütun haricinde hiçbir şey kalmamıştır. Heykel ise tamamen
yokolmuştur. Ancak, o döneme ait bulunan paralar üzerindeki resimlerden,
mabedin şekli hakkında ipuçları elde edilebilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Rodos Heykeli
Rodos'un ilk sakinleri olan Dor'lar, Argos'tan gelen denizci bir
kavimdi ve güneş ilahı olan Helios'a taparlardı. Dor'lar Rodos'ta en
parlak devrini M.Ö. 3. asırda yaşayan bir medeniyet kurdular. Mısır ve
Fenike'nin ürünlerini alıp satarak zengin oldular. Adayı kültür-sanat
merkezi, güzel konuşma ve felsefe okulu haline getirdiler.
Dor'lar, Makedonya Kralı Demetrios'la yaptıkları bir savaşı
kazandıktan sonra, zafer anıtı olarak ve ilahları Helios'a şükran
borçlarını ödemek için, Rodos limanının girişine büyük bir Helios
heykeli yaptılar. M.Ö.281-280 yılında yapılan 32 metre yüksekliğindeki
bu tunç heykel, elinde bir meşale tutuyordu. Bu haliyle Newyork
limanındaki Hürriyet Heykeli'ni andırıyordu. Rodoslular bu heykelin
kendilerini ve adayı koruduğuna inanırlardı. Bu nedenle her yıl
"Helicia" denilen şölenler düzenler, bu heykelin dibinde dört atlı bir
arabayı denize atarlardı. İnanışlarına göre, Helios böyle bir arabayla
dünyayı dolaşarak insanları gözetlerdi.
Rodos heykeli ancak 50 yıl ayakta kalabilmiş ve M.Ö. 223 yılında bir
depremde yıkılmıştır. Rodos Kolossosu da denilen bu anıtın heykeltıraşı
Lindos'lu Khares'ti. Lindos, Rodos adasının üç büyük kasabasından
biridir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Louvre Sarayı
Haçlı Seferi'ne çıkmadan önce Philippe Auguste, Paris çevresine bir
sur inşa ettirdi ve kale bedeninin Sen Irmağı boyunca uzanan zayıf
noktasını bir burçla desteklenmiş bir kaleyle pekiştirdi. Krallığın
serveti, silâhları ve arşivleri bu burçta muhafaza ediliyordu. Şatoya
Louvre adı verildi, çünkü kurt (loup) avı için hayvanların
yetiştirildiği bir eski köpek evinin yerine yapılmıştı.
XIV. yy.da yeni surların yapılması sırasında Louvre, askeri görevini
yitirdi; Charles V burayı bir istirahat ve inziva yeri haline getirdi:
binaları yeniledi, kitaplığını da bir kuleye yerleştirdi. Sonra François
I ve Henri IV zamanında saraya ekler yapıldı.
Versailles'ın Rakibi
Ama eski «Louvre» bütün saray halkını barındıramayacak kadar
küçüktü. Louis XIII Lemercier'e şatoyu genişlettirdi. Devrim sırasında
Louvre'a bir sanatçı kalabalığı, aynı zamanda da haydut ve dilenci
kalabalığı üşüştü; kare avluda tahta barakalar yükseldi. 1756'da arzu
edilmeyen kişiler kovuldu ama saray öylesine perişan durumdaydı ki
yıkılması düşünüldü. Gabriel ve Soufflot tarafından restore edildi,
sonra da 1791'de, buraya yerleşen devrimcilerin yağmasına uğradı.
Napolyon I (Tuileries'de kalıyordu) buraya çekidüzen verdi. Ama Komün
Ayaklanması sırasında Tuileries yakıldı ve yağma edildi.
Müze
Gerçi Louvre'un dev yapılar bütününde kuzey galerisi, Maliye
Bakanlığı'na ve Süsleme Sanatları Müzesi'ne ayrılmıştır ama, binaların
geri kalan bölümü, 1793'ten beri, müzeye çevrilmiştir. Fransa'nın birçok
ileri geleni, özellikle François I, Colbert, Louis XIV, resim, heykel,
mücevher şaheserlerini zaten Louvre Sarayı'nda toplamışlardı.
Napolyon, Louis XVIII, Charles X, Louis-Philippe, buradaki
koleksiyonları büsbütün genişlettiler ve o tarihten beri, durmadan hibe
edilen ve satın alınan eserlerle 246 sergi salonunda sunulan sanat
hazinelerinin sayısı, günden güne arttı. Sanat eserlerinin çeşitliliği
ve çokluğu (200,000'den fazla), müzenin yedi bölüme ayrılmasını
gerektirdi: ilkçağ Yunan ve Roma eserleri. Eski Doğu eserleri, Eski
Mısır eserleri. Ortaçağ, Rönesans ve Yeniçağ heykelleri, sanat eserleri,
desenler, tablolar.
Sanatçılar Galerisi
Su kenarı galerisi tamamlandığında, Henri IV burada oturmak
istemedi. Sanatı teşvik için, burayı Louvre'da çalışan sanatçılara
tahsis etti. Onlar da atölyelerini kurdular, yerleştiler ve
öğrencilerini burada kabul ettiler. Daha sonra Colbert, çeşitli
akademiler, de (bilimler, resim, heykel, v.b.) bu saraya
yerleştirecekti. Böylece Fransız Akademisi oturumlarını Anne
d'Autriche'in yuvarlak salonunda yapıyordu.
Louvre'da Resim Sanatı
Tablolar bölümü eserlerin daha iyi sunulması için yeniden
düzenlendi. Envantere kayıtlı toplam 15,000 tablodan 2,000 tanesi
sergilenmekte, 3,000 tanesi de depolarda tutulmaktadır. Geri kalanlar
Louvre tarafından il müzelerine ödünç verilmiştir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Topkapı Sarayı
İstanbul'da Sarayburnu sırtları üzerinde bulunan saraydır. Topkapı,
Osmanlı padişahlarının Dolmabahçe Sarayı yapılıncaya kadar oturdukları
saraydır. Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmağa başlamış, giderek yeni
bölümler eklenmiştir. 1924'ten beri müze olarak kullanılan sarayda
Fatih'ten Abdülmecit'e kadar bütün hükümdarlar oturmuştur.
Sarayın çevresi surlarla çevrilidir. Kıyı kesimindeki surlar Bizans
çağından kalmadır. 1478'de yaptırılan iç kesimdeki surun ise uzunluğu
1,400 metredir. Kara yönünden sarayı koruyan bu surun üzerinde 25'i dört
köşeli, 2'si sekiz köşeli, l'i dokuz köşeli olmak üzere 28 kule vardır.
Surun ana kapısı Ayasofya arkasındaki Babı Hümayun'dur (Sultan Kapısı).
Bundan başka beşi küçük, ikisi büyük yedi kapı daha vardır.
Saray Alanı
Topkapı Sarayı 700,000 metrekarelik bir alanı kaplar. İçinde
kasırlar, köşkler, devlet daireleri, saray halkı için konutlar,
koğuşlar, camiler, kütüphaneler ve büyük mutfaklar vardır. Eskiden deniz
kıyısında bulunan yazlık saray binaları (Balıkhane Kasrı, İncili Köşk,
Bamyacılar Kasrı, Gülhane Kasrı, Hasanpaşa Köşkü v.b.) 1863'teki
yangında ortadan kalktı ve sonra bu alandan tren yolu geçirildi.
Sarayın ilk avlusunun içindeki köşklerden yalnız ikisi bozulmadan
bugüne kadar gelmiştir. Bunlardan biri 1472'de yaptırılan Sırçasaray
(Çinili Köşk), öteki ise Mahmut II tarafından 1810'da sur üzerinde
yaptırılan Alay Köşkü'dür; geçit alaylarının seyri için yaptırılmıştı.
Birinci ve İkinci Avlular
Sarayın Alay Meydanı denilen birinci avlusundan geçildikten sonra
çift kuleli orta kapı gelir. Babüsselâm adı verilen bu kapının temeli
Fatih döneminden kalmadır. Kanunî devrinde kuleler değiştirilmiştir. Bu
kapıdan sonra ikinci avlu ile asıl saray başlar. İkinci avlunun sağ
tarafında Marmara'ya bakan sınırı boyunca Mimar Sinan'ın eseri olan
mutfaklar, aşçılar koğuşu, camii, hamamı, vekilharç dairesi ve yağhane
yer alır.
Sol tarafta Kubbealtı denilen iki kubbeli bir daire vardır. Burası,
sadrazamın başkanlığında vezirlerin toplandığı ve devletin uzun süre
yönetildiği yerdir. Kubbealtı, Kanunî zamanında yapılmıştır. Gene bu
avlunun solunda bulunan bir yol Has Ahır'a (Baltacılar Koğuşu) gider.
İkinci avlunun sonunda bulunan büyük kapıya Akağalar Kapısı denir.
Buradan Enderun denen üçüncü avluya geçilir. Selim III zamanında bugünkü
biçimini alan bu kapının iki yanında Ağa Dairesi ve Akağalar Koğuşu
vardır.
Üçüncü Avlu ve Arz Odası
Üçüncü avlunun içinde ilk yapı Arz Odası'dır. Padişahların
sadrazamı. Divanı Hümayun üyelerini ve yabancı elçileri kabul ettiği bu
bina Fatih devrinde yapılmış, sonraları yapılan değişikliklerle iç
süslemeleri ve kapıları yenilenmiştir. Çevresi revaklı, saçakları geniş,
duvarları çiniyle kaplıdır. Bunun arkasındaki Enderun Kütüphanesi
sarayın en büyük kütüphanesidir ve 1718'de Ahmet III tarafından
yaptırılmıştır.
Üçüncü avluda bunlardan başka sağda Enderun Mektebi ve meşkhane'si,
Seferli Koğuşu, şimdi Hazine Dairesi olan köşk, Kutsal Emanetler'in
saklandığı dört kubbeli Hırkai Saadet Dairesi ve Ağalar Camii vardır. Bu
cami onarılarak öteki odalarda duran kitapların toplandığı merkezî bir
kütüphane durumuna getirilmiştir. Ağalar Camii'nin arkasında ve Ağalar
Koğuşu'nun bitişiğinde bulunan küçük kârgir yapı, padişahların yemeğinin
özel olarak hazırlandığı Kuşane'dir.
Dördüncü Avlu
Sarayburnu'nun yüksekçe bir terasının son ucu olan dördüncü avlu
geniş bir bahçedir. Bu bahçeyi daha aşağıdaki başka bir bahçeden ayıran
set duvarının kenarındaki siyah kuleye Başlala Kulesi veya Hekimbaşı
Kulesi denir. Saray için gerekli ilaçlar burada hazırlanır ve
saklanırdı.
Biraz ileride set duvarı üzerinde bulunan Sofa Köşkü veya
Mustafapaşa Köşkü, XVIII. yy. başlarında yapılmış, Avrupa etkisinin
görüldüğü nakışlarla süslü, mimarîsi eski Türk geleneğine uygun bir
yapıdır. Dördüncü avlunun sol yanında merdivenle çıkılan büyük bir
taşlık ve bir havuz vardır. Merdivenin yanıbaşında bulunan ve Sarık
Odası da denilen Revan Köşkü, 1635'te Murat IV tarafından
yaptırılmıştır.
Sağ tarafta Boğaz'a ve Haliç'e bakan kısmında 1639'da Bağdat'ın
Murat IV tarafından alınışının anısına yaptırılan Bağdat Kasrı bulunur.
Bu kasrın içini ve dışını süsleyen çiniler, kubbe ve tonoz nakışları,
sedef kakmalı kapı kanatları katıksız Türk sanat eserleridir. Dördüncü
avlunun Marmara'ya bakan yüzünde, Anadolu yakasına ve denize bakan bir
noktada Çadır Köşkü ve Abdülmecit'in yaptırdığı Mecidiye Kasrı vardır.
Yeni Köşk de denilen bu kasrın önünden aşağıda bir kapıya, oradan da
Gülhane Parkı denilen Sarayburnu Bahçesi'ne çıkılır.
Harem Dairesi
Haremi Hümayun denilen Harem Dairesi, Topkapı Sarayı'nın en ilginç
köşelerinden biridir. Burada padişahların kendileri, anneleri, eşleri,
cariyeleri, çocukları ve hizmetçileri otururdu. Saray alanının eğimli
bir kısmında kurulan ve dört yüzyıl boyunca yapılan ekler ve
değişikliklerle bugünkü durumunu alan Harem Dairesi 250 kadar oda ile
bunlar arasında yer alan avlulardan ve hamamlardan oluşur. Harem
Dairesi'nin, sarayın diğer kısımlarıyla bağlantısını sağlayan birkaç
kapı vardır.
Esas giriş Kubbealtı yanına açılan ve Araba Kapısı da denilen
kapıdır. Bundan başka ikinci ve üçüncü avluya açılan Kuşane Kapısı ve
park içine açılan Şal Kapısı vardır. Araba Kapısı'nın yanında
padişahların hizmetine bakanların oturduğu Zülüflü Ağalar Koğuşu
bulunur.
Müze
Cumhuriyetin ilânından sonra Topkapı Sarayı'nın, eski saray
kadrosuyla birlikte, başındaki hazine kethüdasının yönetiminde müze
haline getirilmesi kararlaştırıldı. Kısa bir süre sonra uzman bir
müzecinin yönetimine verilen Topkapı Sarayı ve içindeki eşya elden
geçirilip sayımı ve dökümü yapıldı.
Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafapaşa
Köşkü, Bağdat Kasrı ve Harem Dairesi'nin bazı bölümleri onarıldıktan
sonra 1927'de halkın ziyaretine açıldı. İç Hazine'de silâh koleksiyonu,
Seferli Koğuşu'nda Çin porselenleri. Selim II Hamamı'nda gümüş ve
kristal takımlar, Enderun Hazinesi'nde mücevherler. Eski Hazine
Koğuşu'nda da işlemeler ve padişah portreleri sergilendi.
Bağdat Köşkü
Murat IV tarafından Bağdat'ın fethi anısına yaptırıldı (1639).
Sarayın dördüncü avlusundadır. Bütün İstanbul Boğazı'nı ve Eyüp'e kadar
Haliç'i görür. Mimarı bilinmeyen köşkün mermer sütunlar üstüne oturtulan
ve çevresini saran geniş saçağı önemli bir özelliğidir. Dış duvarların
alt kısmı mermerle ve renkli taşlarla, üst kısmı çinilerle kaplıdır,
içeride, yaşmağı ve çerçevesi yaldızlı bakır ocak dikkati çeker.
Pencere ve dolap kanatları fildişi, sedef ve bağa ile işlenmiştir,
iç duvarlar ve kemerler kubbeye Kadar çinilerle süslüdür. Köşkün 32
penceresinden üsttekiler renkli camlıdır. Pencere arasındaki boşluklarda
mavi üzerine beyaz ile Kur'an'dan ayetler yazılıdır. Yaldızlı kubbe
hafif kabartmalarla süslüdür, kubbeden aşağıya, zemini kırmızı, üzerinde
altın yaldızlı kafes bulunan bir rop kandil sallanır. Çevre sedirleri
bütün bu göz kamaştırıcı süslemeyi tamamlayacak niteliktedir.
Çinili Köşk
Sırçasaray da denir. Topkapı Sarayı içindeki köşklerden, Fatih'in
yaptırdığı (1472) ve Hazine Dairesi ile bir bütün meydana getiren yapı.
Çeşitli onarımlarla şekli bozulmuş olan bina son onarımıyla eski
biçimine kondu. Köşkün ön cephesinde on dört sütunlu bir galeri vardır.
Giriş cephesindeki mozaik çiniler Selçuklu dönemi çinilerinin
özelliklerini gösterir. Çini süslemeler yan cephelerde şeritler halinde
uzanır, arkada sırlı tuğlalarla çok güzel bir kompozisyon oluşturur. Bu
çinilerde daha çok firuze, lâcivert, beyaz ve kahverengi kullanılmıştır.
Beş köşeli odanın kubbesi rumi motiflerle süslüdür. Köşk 1875'te müze
haline getirilmiş, sonradan bu müzede Fatih'e ait veya onunla ilgili
eşya derlenmiştir.
Revan Köşkü
Sarık Odası da denir. Murat IV tarafından Revan Seferi anısına
yaptırıldı (1635). Onun için de bu adla anıldı. Genel görünüm bakımından
Bağdat Köşkü'nün küçük bir modelidir. Kubbesi altın yaldızla işlidir,
kubbe kenarında, tavan nakışları deri üzerine yapılmıştır.
Kubbenin dört penceresi, yapının ışık alma özelliğini oluşturur:
odanın çıkıntılarından ikisi kitaplık olarak yapılmıştır. Bu yapıda,
dergâh çilehanelerini andıran basık tavanlı birde oda vardır. Tavanı
işlemeli olan bu odanın ne için kullanıldığı tam olarak bilinmez.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Versailles Sarayı
Fransa'da, Paris dolaylarındaki saray ve müzedir. Önceleri
Versailles'da, kral Louis XIII için yaptırılmış basit bir av köşkü
vardı. Oğlu Louis XIV tahta çıkar çıkmaz, oturma yeri olarak
Versailles'ı seçti ve bütün soyluları Paris'ten uzaklaştırıp orada
toplamağa karar vererek bölgenin yeniden düzenlenmesini emretti. Eski
binaların yer aldığı küçük tepe, geniş bir taraça haline getirildi; bu
taraçanın üstünde kurulacak yeni şatonun uzunluğu 500 metre olacaktı.
Parkın düzenlenebilmesi için de başka bir tepe düzleştirildi,
bataklıklar kurutuldu.
Mimar Louis Le Vau (1612-1670) burada, düzeni ve boyutları açısından
«klasik» üslûbun en katıksız örneği olan görkemli bir şato yaptı. Onun
ölümünden sonra Jules Hardouin-Mansart (1646-1708), kral dairelerini
kraliçe dairelerine bağlayan ünlü Aynalı Galeri'yi, kuzey ve güneydeki
iki ek binayı, kiliseyi ve Büyük Trianon'u ekledi. Aynı tarihlerde Andre
Le Nötre da (1613-1700) bahçenin planını çizdi. Günümüzde müze olarak
halka açılan bu güzel saray, Versailles'ı, Fransa'nın en turistik
şehirlerinden biri haline getirir.
Versailles Sarayı'nın ön yüzü, Mansart'ın eseridir ve yatay
çizgileriyle klasik mimarînin başeserleri arasında sayılır. Louis
XIII'ün «derme-çatma şato yavrusu», binlerce saraylıyı barındıracak ve
bütün Avrupa'nın gözünü kamaştıracak bir saraya dönüştürülmüştür. Bu
yapım işinde 36,000 işçi çalıştığı ve bir bayram günü sarayın
bahçesindeki fıskiyelerden akan suyun, 600,000 Paris'imin bir günlük su
tüketimine eşit olduğu bilinmektedir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yerebatan Sarayı
İstanbul'da eskiden kalma büyük sarnıçtır. Yerebatan Sarayı adıyla
anılan Bazilika Sarnıcı, İstanbul'da Ayasofya ile Cağaloğlu arasında
bulunan büyük bir sarnıçtır. Günümüzde de içinde su bulunan bu büyük
kapalı sarnıç, kentin su ihtiyacını karşılamak üzere îlkçağ'da
yapılmıştı.
İstanbul, tarihin bütün çağlarında güçlü devletlerce hep ele
geçirilmek istendiği için Bizans imparatorları kentin birçok yerinde
sarnıçlar yaptırarak kuşatma sırasında halkın su ihtiyacını
karşılarlardı. Yerebatan Sarnıcı, VI. yüzyılda imparator İustinianos
tarafından yaptırıldı. Sarnıcın suyu 19 km uzaklıktaki Belgrat
ormanından Cebeciköy Kemeri ile getiriliyordu. Sarnıç, Osmanlı devrinde
de uzun süre hizmet görmüştür.
80,000 Metreküp Su
Yerebatan, oldukça büyüktür: uzunluğu 140 m, genişliği 70 m,
yüksekliği 8 m. Bu boyutların içi yaklaşık olarak 80,000 metreküp
demektir. Sarnıcın üstü kapalı olduğu için tavanı tutmak üzere 12 sıra
halinde 4'er metre aralıkla dizilmiş 336 sütun bulunmaktadır. Sütunların
boyu 8 metredir.
İstanbul'da, Yerebatan'dan başka iki önemli kapalı sarnıç daha
vardır. Bunlardan biri Sultanahmet'le Çemberlitaş arasındaki çocuk
parkının altında bulunan Binbirdirek Sarnıcı, diğeri Büyük Postahane'nin
arkasında Acımusluk Sokağı'ndaki İsa Sarnıcı'dır. Her ikisi de bugün
depo olarak kullanılmaktadır.
Açıkhava Sarnıçları
Eskiden İstanbul'da açıkhava sarnıçları da çoktu. Bunların en
önemlileri Aetius, Mocius ve Aspar sarnıçlarıdır. Aetius Sarnıcı
Edirnekapı'dadır; boyutları 244x85x8 metredir. Şimdi Çukurbostan denen
Mocius Sarnıcı, Kocamustafapaşa'dadır; boyutları 170x147x10,5 metredir.
Aspar Sarnıcı, Sultanselim Camii'nin yanındadır (152x152x10,8 metre).
Binbirdirek
İstanbul'da Divanyolu'nun arkasındaki çocuk parkının altında bulunan
eski bir sarnıçtır. Ne zaman yapıldığı kesin olarak belli değildir.
Kullanılan tuğlalara bakılırsa İustinianos devrinde veya daha önce
yapıldığı söylenebilir. Uzunluğu 64 m, genişliği 56,4 m, yüksekliği 14,5
m'dir. içinde 14x16 sıra halinde 224 sütun vardır. Yüksekliğin fazla
olması nedeniyle sütunlar iki kattır. Sarnıcın su sığası 325,000
metreküptür. Yol düzeyindeki 10 pencere sarnıca aydınlık verirdi.
Osmanlı döneminde burası ipekçilere verilmiş, içine ipek ve iplik
tezgâhları kurulmuştu.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Avebury Dairesi
Avebury dairesi, Stonehenge kadar iyi bilinmemesine karşın daha ünlü
kuzeninin boyut ve yapı olarak cüceleşmış hali olarak alg