Gizlix Forum - Bilinmeyenlerin Forumu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Gizlix Forum - Bilinmeyenlerin Forumu

Bilinmeyenlerin keşfedildiği forum


    Tarihi Eserler

    avatar
    webbilgisi


    Mesaj Sayısı : 100
    Rep : 1
    Kayıt tarihi : 28/03/10

    Tarihi Eserler Empty Tarihi Eserler

    Mesaj  webbilgisi Paz Mart 28, 2010 11:14 am

    Akropolis


    Atina'da Eskiçağ dünyasının en ünlü mimarlık yapıtlarından birinin
    yükseldiği tepe.


    Akropolis, Atina'nın tam ortasında yükselen, tepesi tabak gibi düz,
    sarp bir kayalığa verilen addır. Eski Yunan dilinde bu sözcük yukarı
    kent anlamına gelir. Çok eski çağlarda Akropolis, Eski Yunanlıların
    oturduğu ve buradan çevre köylere egemen olduğu gerçek bir kaleydi, aynı
    zamanda bir din merkeziydi. Bir ara Persler tarafından yıkılmış, sonra
    Perikles'in öncülüğüyle, M.Ö. 450 yıllarına doğru yeniden yapılmıştı. O
    çağların ünlü heykeltıraşı Pheidias ve başka güçlü sanatçılar bu işte
    çalıştılar.


    Akropolis'in batı yamacında, anıtsal kapılarıyla ziyaretçileri
    karşılayan ilk yapı Proplyleia'dır. Yapının, çok büyük boyutlarda olan
    kemerleri ince mermerden yapılmıştır. Bunun az ötesinde, Athena Nike'rim
    küçük tapınağı vardır. Daha sonra, mat altın rengindeki mermerleri ve
    kusursuz sütunlarıyla görkemli Parthenon Tapınağı gelir.


    Yüzyıllara karşı koyabilmiş son anıt Erekhteion'dur. Adını Eski
    Yunan'ın efsane krallarından ilki olan Erekhteios'tan almıştır. Burada
    sütunların yerini kadın heykelleri alır. Bunlar, kimi gülümseyen, kimi
    somurtan, hepsi mağrur altı Karyatid Kızı'nın heykelidir.





    Parthenoıı Tapınağı, Akropolis'in doruğuna dikilmiş bir zafer
    anıtıydı; Atinalıların savaş başarılarını kutluyordu. Vaktiyle bu
    tapınakta, kentin koruyucu tanrıçası olan Athena'nın dev bir heykeli yer
    alırdı.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Amfiteatrlar ve Arenalar


    Daire biçiminde, seyirci yerleri basamaklı tiyatro.





    Roma'da Coliseum veya Flavianus amfiteatrı. Milattan sonra 1.
    yüzyılda yapılmıştır. 100 000 kadar seyirci alırdı.


    Amfiteatron veya amfiteatr denilen bu yapı Romalıların buluşudur,
    Eski Yunanlılara özgü değil. Romalılar tarafından, gladyatör dövüşlerini
    mümkün olduğu kadar çok sayıda seyirciye sunma amacıyla yapılmıştır.
    Taştan, çok büyük ve öylesine sağlam yapılardır ki, bunların birçoğu
    bugüne kadar kalabilmiştir. Roma'da Coliseum, bunların en önemlisidir.
    Fransa, İtalya, ispanya, Türkiye, Yunanistan'da da güzel örnekleri
    vardır.


    Amfiteatrlarda, ortada, dövüşçülere ayrılan kumla kaplı arena
    bulunur. Bunun çevresinde, sahanlıklarla bölünmüş kat kat basamaklar
    yükselir. Aşağıda, dolaşmak için galeri haline getirilmiş, üzeri örtülü
    koridorlar bulunur. Amfiteatrın tepesinde ise bir platform vardır;
    seyircileri güneşten ve yağmurdan koruyacak büyük bir örtü (velarium)
    buraya tutturulur.


    Hemen her zaman yenik düşenin öldürülmesiyle sonuçlanan ve Etrüsk
    kökenli vahşi gösteriler olan gladyatör dövüşleri M.Ö. III. yy.dan
    itibaren, Roma'da başladı. Gladyatörler, bu iş için özellikle eğitilmiş
    köleler ve tutsaklardı. Grup halinde veya ikişer ikişer dövüşürlerdi.
    Biri yere düşecek olursa halk; eğer onun bağışlanmasını istiyorsa,
    başparmağını yukarı kaldırırdı; öldürülmesini isteyecek olursa da
    başparmağını aşağıya doğru çevirirdi. İmparatorlar için, bu tür
    eğlenceler düzenlemek, halkın sevgisini sağlayacak ve halkın dikkatini
    devlet işlerinden başka konulara uzaklaştıracak birer fırsat
    sayılıyordu.



    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Bayezit Külliyesi


    Sultan Bayezit ll'nin Edirne'de yaptırdığı Bayezit Camii ile buna
    bağlı medrese, şifahane v.b.'den oluşan eserler topluluğu.


    Sultan Bayezit Camii ve külliyesi 1484-1488 yıllarında Mimar
    Hayrettin tarafından yapıldı. Külliyenin bütünü 100 kadar kubbe ile
    kaplıdır. Caminin kubbesinin çapı 22,55 metredir, yanıbaşında küçük
    avlulu bir medrese ve biraz açığında geniş avlulu bir şifahane vardır.
    Sultan Bayezit II bu külliyenin yönetimi için 167 görevli atamıştı.
    Buradaki Tıp Medresesi'nde okuyan öğrenciler hastahanelerde staj görüp
    yetişirlerdi. Ülkenin ünlü bilginleri Bayezit medreselerinde müderrislik
    (profesör) ederlerdi.


    ŞİFAHANE


    Bayezit külliyesine bağlı şifahanede akıl ve ruh hastaları tedavi
    görürdü. Tedavi aracı olarak müzik, çiçekler, çeşitli av etleri ve
    ilaçlar kullanılırdı. Şifahanenin başlıca tedavi aracı müzikti.
    Bilindiği gibi XIX. yy.a kadar Avrupa'da akıl ve ruh hastalarına çok
    kötü muamele edilirdi. Buna karşılık Osmanlı ülkesinde bu hastalara her
    zaman iyi davranılırdı. Hastaları müzikle tedavi etmek için şifahanede
    hanende (şarkı söyleyen) ve sazende (çalgı çalan) olarak 10 görevli
    bulunuyordu. Bunlardan üçü şarkı söyler, diğerleri çalgı çalarlardı
    (ney, keman, muskar, santur, cenk, cenk santur, ud).


    Tedavide çiçeklerden de yararlanılırdı. Çiçeklerin yalnız rengi
    değil kokusu da hastalar üzerinde iyi etki bırakırdı. En çok kullanılan
    çiçekler sümbül, lâle, reyhan, karanfil, şebboy, nesrin, yasemin,
    deveboynu, zerrindi.


    Av etlerine gelince, her hasta için hekim öğüdüne göre özel tarzda
    pişirilen çeşitli yabani kuş etleri kullanılırdı: keklik, turaç, sülün,
    kaz, ördek v.b. Bu arada memeli hayvanlardan geyik etine de yer
    verilirdi.


    Şifahanenin eczane kısmı da çok işlekti. Haftanın iki gününde
    eczaneden her isteyene bedava ilaç verilirdi, ilaçlar burada hazırlanır,
    bunun için yüklü bir hammadde stoku bulundurulurdu. Sultan Bayezit II
    eczanede herkesin görebileceği yere bir yazı astırmıştı. Bu yazıda,
    muhtaç olmadığı halde her kim bu eczaneden ilaç alır da ticaret maksadı
    ile kullanırsa o kimsenin sakat kalıp fakir düşmesi dileği
    belirtiliyordu. Padişah ilencinden çok korkulduğu için fakir olmayanlar
    bedava ilaç almaktan çekinirlerdi.




    Tıp medresesinin tedavi merkezi olan dârüşşifa, kubbeli ve altı
    hücreli bir yapıdır. Hücrelerdeki akıl hastalarının birbirini görmemesi
    sağlanmıştır. Ortadaki havuzun çevresinde yer alan saz sanatçıları
    müzikle tedavi yapmış olurlardı.





    Bayezit II külliyesi. Tunca kıyısındaki tabhane, dârüşşifa, medrese
    ve imaret binalarından: oluşur. Külliye, o sırada fethedilen Akkerman
    Kalesi hazinesinde bulunan altınlarla inşa ettirilmiştir.




    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Paskalya Adası


    Şili'nin batısında Büyük Okyanus'ta ada. Yüzölçümü 179 km2.


    Bu volkanik ada adını, Hollandalı Jacob Roggeveen tarafından 1772
    yılının Paskalya günü keşfedilmiş olmasına borçludur. 1888'den beri
    Şili'ye aittir.


    Polinezya Adaları'nın en doğusunda bulunan Paskalya Adası, dünyanın
    en ıssız, aynı zamanda en esrarlı beldelerinden bindir. Bilginler, bu
    adanın ilk halkının Güney Amerika'dan mı, Polinezya'dan mı geldiğini
    henüz keşfedemediler. Bu insanlar her halde olağanüstü gemicilik
    niteliklerine sahiptiler, çünkü adaya en yakın kara 2000 km uzaktadır.


    Ada, sarımtırak bir volkanik taş­tan, tek parça olarak yontulmuş dev
    boyutlu heykelleriyle ünlüdür. Heykellerin hepsinin, uzun kulaklı
    koskocaman başları vardır ve bacaksız bir gövde üzerine
    oturtulmuşlardır. Bu heykellerin en büyüğünün yüksekliği 30 metreyi
    bulur ve bunların sadece yontulmuş saçları bile 30 ton çeker. Ada halkı,
    bu heykelleri kraterin çevresinden bulundukları yere kadar nasıl
    getirebilmiş, nasıl dikebilmişlerdir? Bu heykellerin anlamı nedir? Henüz
    hiç kimse bu gizemleri çözebilmiş değildir.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Selimiye Camii


    Edirne'deki ünlü Türk camii.


    Kanunî Süleyman'ın oğlu Selim II tarafından Edirne'de ünlü mimar
    Sinan'a yaptırılan Selimiye Camii, selâtin camilerinin en ünlülerinden
    biridir. Yapımı 1569'dan 1675'e kadar 6 yıl sürmüş ve yaptıran padişahın
    adıyla anılması için de Selimiye adı verilmiştir.


    Mimar Sinan bu camiyi yaparken o zamana kadar hiç bir mimarın
    başa­ramadığı bir işi başarmış, önceki bü­yük cami ve kiliselerde
    görülmemiş bir ustalıkla bütün camiyi tek bir kubbeyle örtebilmiştir. Bu
    yüzden Mimar Sinan'ın şöyle dediği söylenir: «Şehzade Camii'ni
    çıraklığımda, Süleymaniye Camii'ni kalfalığımda, Selimiye'yi ustalığımda
    yaptım».


    Gerçekten de o zamana kadar bu gibi eserlerde ana kubbe kademeli
    olarak yarım kubbelerin üstünde yükselirdi. Sinan, bu camide ana kubbeyi
    8 filayağına dayanan sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturtmuştur.
    Kasnak filayaklarına, filayakları da dış desteklere kemerlerle
    bağlanmıştır. Kubbenin yüksekliği 15,86 m'dir (Ayasofya'nın kubbesinden l
    m daha yüksek). Caminin içi İznik çinileriyle süslenmiştir.


    ÜÇ ŞEREFE ÜÇ MERDİVEN


    Caminin dört köşesinde yer alan dört minarenin dördü de üç
    şerefelidir. Giriş kapısının iki yanındaki minarelerin üç şerefesine üç
    ayrı merdivenle çıkılır. Öteki minareler birer merdivenlidir; her
    birinin yük­sekliği 70,889 m'dir. Minarelerin kubbeye yakınlığı camiye
    ayrı bir estetik güzellik vermektedir.


    Selimiye bir külliye olarak yapılmıştır. Taş duvarlarla sınırlı
    geniş avlunun içinde dârülsıbyan (çocuk okulu), dârülkurra (Kur'an
    kursu) ve medrese vardı. Ortasında oymalarla süslü bir şadırvan bulunan
    revaklarla çevrili Selimiye Medresesi şimdi müze haline getirilmiştir.
    Caminin cümle kapısı mermer sarkıtlarla süs­lenmiştir. Avlunun dış
    kapısında bile ince bir işçilik göze çarpar.



    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Beçin Kalesi


    Milas - Ören karayolunun 5. kilometresinde, Milas Ovası'na hakim
    yaklaşık 210 metrelik düz doruklu bir tepenin üzerindedir. 14. yüzyılda
    bölgeye hakim olan Menteşe Beyliği'nin başkentliğini yapmıştır. Beyliğin
    merkezinin buradan Balat'a taşındıktan sonra da yerleşim devam
    etmiştir. Tapu kayıtlarına göre 18. yüzyıla kadar Milas'ında bağlı
    olduğu bir kaza merkeziydi. Daha sonra önemini yitiren yerleşim 60'li
    yıllarda terkedilmiştir. Antik Mylasa kentinin merkezinin burası
    olduğuna dair tezler de ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre Milas'ın
    bugünkü yerleşim alanı Mausolos zamanından beri kullanı...


    Milas - Ören karayolunun 5. kilometresinde, Milas Ovası'na hakim
    yaklaşık 210 metrelik düz doruklu bir tepenin üzerindedir. 14. yüzyılda
    bölgeye hakim olan Menteşe Beyliği'nin başkentliğini yapmıştır. Beyliğin
    merkezinin buradan Balat'a taşındıktan sonra da yerleşim devam
    etmiştir. Tapu kayıtlarına göre 18. yüzyıla kadar Milas'ında bağlı
    olduğu bir kaza merkeziydi. Daha sonra önemini yitiren yerleşim 60'li
    yıllarda terkedilmiştir.


    Antik Mylasa kentinin merkezinin burası olduğuna dair tezler de
    ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre Milas'ın bugünkü yerleşim alanı
    Mausolos zamanından beri kullanılmaktadır. Beçin'de günümüzde de devam
    eden kazı çalışmaları Profesör Hüseyin Rahmi Ünal başkanlığında devam
    etmektedir.


    İç Kale


    Menteşe döneminde bugünkü halini alan kale, kısmen bir tapınağın
    üzerine kurulmuştur. Oldukça harap durumdaki surlarla çevrili alanda
    varlığı saptanabilen yapılar hamam, sarnıç ve tonozlu bir yapı
    kalıntısından ibarettir. 80'li yıllarda terkedilen köyün kalıntıları da
    bu alan içerisindedir.


    Büyük Hamam


    14. yüzyılda yapılan yapı, kentteki hamamların en büyüğüdür. Üç
    eyvanlı hamamın soyunma bölümü yıkık haldedir.


    Ahmet Gazi Medresesi


    1375 tarihli bu yapı, yeni denemeler getiren medreselerin ilk
    örneklerinden biridir. Çift eyvanlı, bir kesimi iki katlı, açık avlulu
    bir yapıdır. Gotik etkili silmeli taçkapısı, ana ve giriş eyvanıyla
    beraber revaksız oluşuyla da dikkat çeker.


    Orhan Bey Cami


    Kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Girişi ve duvarlarının bir kısmı
    ayakta olan yapıda yapılan kazı çalışmalarından ahşap destekli bir cami
    olduğu anlaşılmaktadır.


    Bey Konağı


    14. yüzyılda yapıldığı zannedilmektedir.


    Bey Hamamı


    Enine sıcaklıklı ve çift halvetli hamamın su deposu, külhanı ve
    soyunmalık mekanı kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır.


    Kızılhan


    14. yüzyıl sonu ya da 15. yüzyıl başına tarihlenen han iki katlıdır.
    Alttaki ahır mekanı, kısmen yıkılmış bir tonazla örtülüdür. Üst katta
    yer alan iki mekanınsa birer kubbe ile örtülü olduğu anlaşılmaktadır.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Euromos


    Halk arasında Ayaklı olarak bilinen kalıntılar Milas - Söke
    karayolunun 13. kilometresinde, Selimiye Bucağı yakınlarındadır. Bugünkü
    karayolu, antik kentin içinden geçmektedir. Yörede Mylasa'dan sonra en
    önemli kent olmasına rağmen Helenistik dönemden önceki tarihi hakkında
    fazla bir bilgi yoktur. Kıyıya uzak bir kent olmasına rağmen MÖ 5.
    yüzyılda Atina önderliğindeki Delos Birliği'ne katılan kent, MÖ 201 -
    196 tarihleri arasında Büyük İskender'in egemenliği altında yaşadı. Daha
    sonra bir dönem Mylasa'nın yönetimine giren kent, kısa süre sonra
    tekrar bağımsızlığına kavuştu.


    Halk arasında Ayaklı olarak bilinen kalıntılar Milas - Söke
    karayolunun 13. kilometresinde, Selimiye Bucağı yakınlarındadır. Bugünkü
    karayolu, antik kentin içinden geçmektedir. Yörede Mylasa'dan sonra en
    önemli kent olmasına rağmen Helenistik dönemden önceki tarihi hakkında
    fazla bir bilgi yoktur. Kıyıya uzak bir kent olmasına rağmen MÖ 5.
    yüzyılda Atina önderliğindeki Delos Birliği'ne katılan kent, MÖ 201 -
    196 tarihleri arasında Büyük İskender'in egemenliği altında yaşadı.


    Daha sonra bir dönem Mylasa'nın yönetimine giren kent, kısa süre
    sonra tekrar bağımsızlığına kavuştu. Kente ait sikke basımı MS 2.
    yüzyıla kadar devam etmiştir. Kentte 1969'dan itibaren birkaç yıl
    Profesör Ümit Serdaroğlu tarafından kazı çalışmaları yapılmıştır.


    Kent Surları


    Bölümler halinde günümüze ulaşan surların MÖ 4. yüzyılda yapıldığı
    sanılmaktadır.


    Nekropol


    Anayoldan tapınağa giden yolun her iki tarafında görülebilir. Dikkat
    çekici özelliğe sahip herhangi bir kalıntıya rastlanmamaktadır.


    Zeus Tapınağı


    MS 2. yüzyıldan kalma yapı Korint Düzeninde 6x11 sütunlu bir
    peripterostur. Bugün ayakta kalan sütunların bir kısmının yivsiz
    olmasından yapının yarım kaldığı anlaşılmaktadır. Kuzey ve batıya bakan
    yüzlerde bulunan sütunların tamamında adak yazıtları; güneye bakan
    yüzdeki kornişin bir parçası, üzerinde bulunan aslan başlı su oluğuyla
    birlikte görülebilmektedir.


    Tiyatro


    Batıya bakan büyük ama oldukça kötü durumda olan yapının oturma
    sıralarından beşi görülebilmektedir.


    Agora


    Kareye yakın planda olan agoranın dört yanı stoa ile çevrilmişti.
    Günümüze çok az bir kısmı ulaşmıştır. George Bean burada bulunan ve iyi
    okunamayan bir yazıtta Kallithenes adlı kişinin kente yaptığı parasal
    yardım ve İasos yandaşlığının anlatıldığından bahsetmektedir.


    Hamam


    Geç Roma ya da erken Bizans döneminde yapılan bina, dere yatağına
    yakınlığından dolayı hamam olabileceği izlenimini vermektedir.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Kefren Piramidi


    Kefren Piramidi, grubun ortasında yer alan piramittir ve birçok
    yönden komşularından geri kalmaktadır. Büyük Piramit'in güneybatısında
    bulunur ve orijinal yüksekliği 143.51 metredir. Temeldeki kenar
    uzunlukları ortalama olarak 215.26 metredir. Büyük Piramit gibi,
    pusulanın temel yönlerine oturtulmuştur ama aynı tutarlılığı
    göstermemekte ve maksimum 6 dakikalık bir sapma yapmaktadır. Taş
    işçiliği de Büyük Piramit'in yanında zayıf kalmaktadır. Ancak, yine de
    etkileyici bir yapıdır. Biraz yüksek bir yerde inşa edildiği için, daha
    gösterişli komşularına denk gibi görünmektedir.


    53.13 derecelik eğim açısıyla, aynı yükseklik oranına sadık
    kalınarak yapıldığı bellidir; bunun oranı 2:3'dür. Bu oran, Pisagor'un
    ünlü 3:4:5 üçgenine uymaktadır. Bazı otoriteler antik Mısırlılar'ın
    3:4:5 dik açılı üçgeni bilmediklerini, bunun hiçbir matematik metininde
    görünmediğini söylemektedirler. Öyle ya da böyle, Kefren Piramidi'nde bu
    görülmektedir.


    Ayrıca, Keops ve Kefren piramitleri arasında sayısal bir oran da
    vardır. Temeldeki ortalama kenar uzunluklarını birbirine böldüğümüzde
    (230.36 - 215.72 = 1.068), yaklaşık 16:15 oranını yakalarız. Bu, Giza
    platosundaki piramitlerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu ve tutarlı
    bir plana dayanarak yapıldıklarını gösterir. Bütün piramitlerin girişi
    kuzeye bakmaktadır. Kefren Piramidi'nde ise iki koridor vardır. Biri
    kazılar sonucunda bulunmuştur; diğeri ise onun yaklaşık 15 metreyle tam
    üzerinde, piramidin yan tarafında yer almaktadır. Üst koridor 26
    dereceyle aşağı inmekte, 14.173 metreye 5.029 metrelik bir odada son
    bulmaktadır.


    Piramidin batı tarafında, morg tapınağından vadi tapınağına inen bir
    geçit bulunmaktadır; bu geçidin sütun ve duvarları hâlâ ayaktadır. Bu
    Vadi Tapınağı'nın yakınında ünlü Sfenks bulunmaktadır; yüzünün Kefren'i
    temsil ettiği söylenmektedir. Ama yüz orantılarına bakıldığında,
    Sfenks'in başka bir firavunu daha model aldığı söylenebilir. Gerçekten
    de, bu anıtın dikim tarihi hakkında büyük çelişkiler vardır.


    Bazı otoriteler Sfenks'in M.Ö. 5000 yıllarında yapıldığını
    söylemektedirler. Çevredeki kayalara bakıldığında, rüzgarın kumları
    çarparak yapabileceğinden çok, yağmurla oluşmuş bir aşınma
    görülmektedir. Bu durumda Mısır'da çok daha fazla yağmurun yağdığı
    zamanlarda yapıldığı düşünülmektedir.


    Mısır'ın şu anki iklimi M.Ö. 3100 yıllarında oluşmuştur. Bundan
    önce, bütün Sahra bölgesinde Mısır da dahil olmak üzere, hava daha
    nemliydi. Aşınma biçimleri, Sfenks'in bu daha önceki nemli iklim
    döneminde yapıldığını göstermektedir. Üç piramidin dış yüzeyindeki
    durum, böyle bir nemli iklim aşınması göstermemektedir. Bu durumda
    piramitlerin daha sonraki tarihlerde, M.Ö. 2500 yıllarında yapıldığı
    düşüncesini güçlendirmektedir. Bu yüzden, önce Sfenks yapıldıysa,
    piramitlerden çok daha önce kullanılan bir gözlem aracı olduğu sonucu da
    ortaya çıkmaktadır.


    Yapım Yılı: MÖ 2558-2532

    Toplam Blok Sayısı: Bilinmiyor

    Taban: Herbir köşesi 214.5 metre, toplam 11 akre, 5,166,000 m2

    Toplam Ağırlık: Belirsiz

    Herbir Taş Bloğun Ortalama Ağırlığı: 2.5 ton, dış bölümdeki bazı
    koruyucu taşların ağırlıkları 7 ton

    Yükseklik: Orijinal 143.5 metre, şu anda 136 metre

    Eğim Açısı: 53 derece 7'48"

    Yapı Malzemesi: Kireçtaşı ve kırmızı granit


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Gizemli Maya Sarayı


    2.000 yıl önce Kuzey Guatemala'daki Cancuen Sarayı'nda oturan Maya
    kralları, ülkeyi buradan yönetirlerdi. Ancak Maya Krallığı M.S. 840
    yılında ekonomik çöküşe bağlı olarak yıkıldığı zaman, yağmur ormanları,
    krallığın bulunduğu bölgenin üzerini örterek yüzyıllarca uygar dünyanın
    açgözlü yağmacılarından gizledi.


    Arkeologlar, bu bölgede orman dokusunun altında Maya Krallığı'nın
    bulunduğunu 1905 yılından beri biliyorlardı, ancak kazılarda çok önemli
    bir kalıntı bulacakları hiç akıllarına gelmiyordu.


    Vanderbilt Üniversitesi'nden arkeolog Arthur Demarest'in
    liderliğinde bir grup bilim adamı, Guatemala'daki Universidad del
    Valle'nin yardımlarıyla üç katlı, 170 odalı, 11 avlulu bir sarayı ortaya
    çıkarttıklarını duyurdu. Bu saray bugüne dek bulunan en iyi korunmuş
    Maya sarayı.


    ''Saray, o kadar büyüktü ki herkesi bunun gerçek olduğuna
    inandırmakta zorluk çektik'' diye konuşan Demarest, aralarında
    törenlerde kullanılan pirit aynalar, obsidyen bıçaklar, yeşimden
    yapılmış tabakların olduğu Maya Uygarlığı'na ilişkin çok değerli eserler
    bulduğunu açıkladı


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Piramitlerin Esrarı


    Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir ve bu taşları temin
    edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıktadır. Bu
    taşların nasıl getirildiği konusunda kesin olmayan farklı varsayımlar
    bulunmaktadır.


    Piramit, kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2
    kez güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler)


    Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12
    bilim adamı kanserden ölmüştür.


    Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar
    çalışmamaktadır.


    Kirletilmiş suyu, birkaç gün Piramit'in içine bıirakırsanız; suyu
    arıtılmış olarak bulursunuz.


    Piramit'in içerisinde süt, birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda
    bozulmadan yoğurt haline gelir.


    Bitkiler Piramit'in içinde daha hızlı büyürler.


    Piramit'in içine bırakılmış su, 5 hafta süreyle bekletildikten sonra
    yüz losyonu olarak kullanılabilir.


    Çöp bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden Piramit
    içinde mumyalaşır.


    Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir Piramit'in içinde daha
    çabuk iyileşme eğilimi gösterir.


    Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında bir bilgi
    yoktur; araştırmacıların çoğu, ya içinde kayboldular ya da aynı yerde
    birkaç tur attılar, fakat içlerini göremediler.


    Piramitlerin içi yazın soğuk kışın sıcak olur.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Sfenks


    Başı firavun, gövdesi aslan şeklindeki Sfenks'in, Kefren'in başı ve
    onun ruhu ile tüm mezarlık komleksini koruduğuna inanılır. Gizeh'in
    doğal kireçtaşlarından yapılmış olan Sfenks'in, geçen yıllar boyunca
    bazı parçaları çöl zemininin üstüne düşerek dağılmıştır. İçerisinde
    Gizeh'te bulunan diğer piramitlerde olduğu gibi odalar bulunup
    bulunmadığı bilinmemektedir.


    Yapım Yılı: Belirsiz

    Taban: 57 metre

    Toplam Ağırlık: Belirsiz

    Genişlik: Yüzü 6 metre genişliğinde

    Yükseklik: Toplam 20 metre, çenesinden başına 91.5 metre

    Yapı Malzemesi: Yumuşak kireçtaşı


    Heykellerin en esrarengizi olan Sfenks, solundaki taşocağından
    alınan ve Piramitlerin yapımında kullanılanlarla aynı, tek bir blok
    kireçtaşından yontularak oluşturulmuştur. Uzmanlar, Kefren Piramiti'nin
    arkasında ve yüzü ona dönük olarak durmasının temsil ettiği fikirden
    yola çıkarak; onun 4,600 yıl önce Firavun Kefren tarafından yontulduğuna
    inanır.


    Yarı insan, yarı aslan olan Sfenks, 73 metre boyunda ve 20 metre
    yüksekliğindedir. Kötü bir şekilde aşınmış ve M.Ö. 1400 yılında,
    rüyasında Sfenks'in kendisine etrafındaki kumları temizlemesini
    söylediğini gören yukarı ve aşağı Mısır'da taç giymiş, Firavun Tutamon
    IV ile başlayan ve sonraki binlerce yıl boyunca devam eden sayısız
    restorasyonlar geçirmiştir. Sfenks, yakın bir zamanda önemli bir modern
    restorasyona daha uğramıştır.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Kukulkan Piramidi


    İspanyol tarihçisi Diego Garcia de Palacio, 1576 yılında Maya
    şehirlerinden biri olan Copan hakkında: "Burada bir zamanlar büyük bir
    şehrin varlığını kanıtlayan harikulade tapınak kalıntıları bulunuyor.
    İnsan, böylesine ilkel insanların geçmişte bu denli güzel yapıları nasıl
    inşa ettiklerim anlayamıyor" diye yazmıştı. Copan, öylesine çok sayıda
    piramit, saray, yol ve kanallarla düzenlenmiş bir şehir ki!. Onun için
    bu insanları ilkel diye adlandırmaya kalkacak olursak, İspanyol
    tarihçisinin düştüğü çıkmaza saplanıp kalmak kaçınılmaz olacaktır.


    Yucatan'daki Maya merkezlerinin en önemlilerinden biri olan,
    Çıken-İta'daki otuz metre yüksekliğindeki "Kukulkan Piramidi"nin tabanı,
    55,5 metre uzunluğunda bir karedir. Dokuz platformdan oluşan; kat kat
    görünümlü piramidin yan yüzlerinin tam ortasında doksanbir basamaktan
    oluşan dört ayrı merdiven vardır. Piramidin en üstünde, yani dokuzuncu
    platformun üzerinde, her iki yanı tüylü yılan sembolleriyle süslü olan
    sütunlu oda görünümlü bir bölüm vardır. Bu bölüm, tanrısallığa
    yükselişin ifadesiydi. Piramidin özelliği bunlarla bitmiyor.


    Piramit öylesine ayarlanmıştır ki, her 21 Mart'ta güneşin batışından
    yaklaşık olarak 1,5 saat önce, büyüleyici bir ışık-gölge oyunu ortaya
    çıkmaktadır. Güneşin son ışıklarıyla birlikte dokuz platformun
    basamakları, merdiven kenarlarında, gölgelerden oluşmuş eşkenar üçgenler
    meydana getirmektedir. Bu, Kukulkan'ın vücudundaki dokuz kıvrımı
    sembolize etmektedir. Daha sonra, bir tür gölge dalgasına dönüşmekte ve
    güneşin batışıyla birlikte aşağı doğru süzülen bir yılan görüntüsü
    oluşturmaktadır. Basamağın en altında da, ışık-gölge oyunları yardımıyla
    bir yılan başı meydana gelmektedir.


    21 Eylül'de ise, güneş doğarken, aynı olaylar bu sefer aksi
    istikamette yinelenmektedir. Önce tüylü yılanın başı canlanmakta,
    ardından güneşin ışınlarıyla birlikte yukarıya doğru tırmanışa geçmekte
    ve yavaş yavaş devam eden bu tırmanışın sonunda da gökyüzünde kaybolup
    gitmektedir. Sözü edilen bu ışık gölge oyunlarının ayarlanabilmesi için;
    yüksek seviyede matematik bilgisine ihtiyaç vardır.


    İnşaat sırasında hiçbir iş tesadüfe bırakılamazdı, yani daha sonra
    düzeltilmek üzere yapılmazdı. Her şeyden önce piramidin inşa edileceği
    yer hesaba katılmak zorundaydı. Daha sonra da dokuz platformla, her biri
    doksanbir basamaklı olan dört adet merdivenin uyum içinde olması
    gerekmekteydi. Çünkü açılardaki en ufak bir sapma bile, söz konusu kesin
    sonucun elde edilmesine engel olurdu.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Dünyanın 7 Harikası


    İnsanların çağlar boyunca hayran kaldıkları büyük eserler, asırlar
    boyu sanatçılara ilham, onlara yaklaşma ve onları geçme, daha iyisini ve
    daha güzelini yapma arzusu vermiştir. Tarihi açıklayan, insan gücünün
    ve kabiliyetinin tanıkları olan bu şaheserlere ilgi duymayan nesiller,
    yaratıcılıklarını kaybetmişler, içinde bulundukları nesillerin medeniyet
    yarışında geri kalmalarına sebep olmuşlardır. Bu sebeple, bütün dünya
    için eşsiz birer kaynak ve hazine olan bu eserlerin bilinmesinde büyük
    faydalar vardır.


    Tarihçiler, yazarlar ve sanatkarlar, yüzyıllardan beri "Dünyanın en
    büyük ve en güzel anıtları hangileridir, nerede, ne zaman ve niçin
    yapılmışlardır?" sorularına cevap aramışlardır. M.Ö. 4. yüzyılda
    Sidon'lu Antipatros ilk defa, kendi çağında yeryüzünde mevcut olan yedi
    büyük ve güzel anıtı "Dünyanın Yedi Harikası" olarak adlandırmıştır.
    Heykeltraşlık ve mimarlık şaheseri olan bu eserler şunlardır:


    · Mısır Piramitleri

    · İskenderiye Feneri

    · Babil'in Asma Bahçeleri

    · Efes'teki Artemis Tapınağı

    · Olimpos'taki Zeus Heykeli

    · Kral Mausoleus'un Mozolesi

    · Rodos Heykeli


    Antipatros'un, yaşadığı çağda dünyanın başka yerlerine gitme imkanı
    olsaydı, belki de bu harikaların sayısını iki, üç katına çıkarırdı.
    Ancak, sadece tanıdığı yerlerde gördüğü bu eserleri yedi harika olarak
    tanımlamıştır. Ne yazık ki bu eserlerden günümüze sadece Mısır
    Piramitleri ulaşabilmiştir. Diğerlerinin ise kısmen kalıntıları
    bulunabilmiş ve hatta bazıları tamamen yok olmuşlardır.Daha sonraki
    yüzyıllarda bazı tarihçiler "Dünyanın Yedi Harikası"na denk başka
    eserler olduğunu ve bu sayının arttırılıması gerektiğini dile
    getirmişler, Çin Seddi'ni, Ayasofya'yı, Maya ve Aztek tapınaklarını, Taç
    Mahal'i, Sultanahmet Camii'ni ve diğer bazı eserleri de harika sanat
    eserlerinin arasında saymışlardır.


    Unutmamak gerekir ki, bu eserleri değerlerine, üstünlüklerine göre
    bir sıraya koymak mümkün değildir. Yaş farkı gözetmeksizin her insanın
    harika sıfatını almış bu eserleri tanımasının, bu eserlerin ortaya
    çıkmasındaki ortam, yaşam tarzı ve inanışları bilmesindeki faydaları
    küçümsenemez.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Babil'in Asma Bahçeleri


    M.Ö. 450'li yıllarda tarihçi Herodot "Babil, yeryüzünde bilinen
    bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar." demiştir. Herodot, şehrin dış
    duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre
    yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu
    belirtmiştir. İç duvarlar, dış duvar kadar kalın değildi. Duvarların
    içinde som altından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve
    tapınaklar vardı. Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı. Bu kule, Tanrı
    Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete ulaşmak için göğe doğru
    yükseliyordu.


    Babil, M.Ö. 605'den itibaren 43 yıl hüküm süren kral Nebuchadnezzar
    tarafından yapılmıştır. Daha zayıf bir rivayete göre ise M.Ö. 810
    yılından itibaren 5 yıl hüküm süren Asur kraliçesi Semiramis tarafından
    yapılmıştır.


    Bahçeler Nebuchadnezzar'ın sıla hasreti çeken karısı Amyitis'i
    neşelendirmek için yapılmıştı.Amytis, Medes kralının kızıydı ve iki
    ülkenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti.
    Onun geldiği ülke yeşil, engebeli ve dağlıktı. Mezopotamya'nın bu dümdüz
    ve sıcak ortamı onu depresyona itmişti. Kral, karısının sıla hasretini
    gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar verdi. Yapay
    dağlar ve suların akacağı büyük teraslar yaptırdı.


    Yunanlı coğrafyacı Strabo'nun M.Ö. birinci yüzyıldaki tanımlamasına
    göre, bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu.
    Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi
    için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş
    tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat
    nehrinden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu.


    Zincir pompa, biri yukarıda, diğeriyse su kaynağında bulunan iki
    büyük volana gerili, üzerinde kovalar bulunan bir sistemdi. Nehirden
    dolan kova yukarıya çıkıyor içindeki suyu havuza boşaltıp tekrar nehre
    dönüyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak
    teraslardan aşağıya doğru akıyordu. Yunanlı tarihçi Diodorus'a göre
    bahçeler yaklaşık 120 metre genişlikte ve 120 metre uzunluğunda ve 25
    metre yüksekliğindeydi.


    İstilalar yüzünden sönmeye başlayan şehir, özellikle Pers Kralı
    Keyhüsrev'in Babil'i fethetmesinden sonra sönmeye başlamış, M.S. 5 ve 6.
    yüzyıllarda kumlara gömülmüş ve bir kum dağı haline gelmiştir. Bu
    şehrin, içindeki tapınakların ve asma bahçelerin kalıntıları ancak 20.
    yüzyılda yapılan kazılarla meydana çıkarılabilmiştir.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Artemis Tapınağı


    Bizanslı Philon "Babil'in asma bahçelerini, Olimpos'taki Zeus
    Heykelini, Rodos Kolossusu'nu, yüksek piramitlerin kudretli işçiliğini
    ve Mausoleus'in mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes'teki
    tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümünün gölgede kaldığını hissettim."
    diye yazmıştı.


    Tanrıça Artemis adına ilk türbe M.Ö.800'lü yıllarda Efes'teki nehrin
    yakınındaki bataklık kıyıya yapılmıştı. Bazen Diana da denen Efes
    tanrıçası Artemis, Yunan Artemis'iyle aynı değildi. Yunan Artemis'i av
    tanrıçasıydı. Efes Artemis'i ise belinden omuzlarına kadar birçok
    göğüsle resmedildiği gibi verimlilik, bereket ve doğurganlık
    tanrıçasıydı.


    Bu eski tapınakta muhtemelen Jüpiterden düşen bir meteorit olduğu
    düşünülen kutsal birtaş vardı. Tapınak, sonraki yüzyıllarda birkaç kez
    tahrip olmuş ve yeniden inşaa edilmiştir. M.Ö.600'lerde Efes şehri büyük
    bir ticaret limanı haline geldi ve Chersiphron adlı bir mimar yüksek
    taş kolonları olan yeni ve büyük bir tapınak inşaa etti.


    Lidya kralı Croesus, M.Ö.550'de Efes'i ve Anadolu'daki diğer Yunan
    şehirlerini fethetti. Bu savaş sırasında mabet tahrip oldu. Croesus,
    mimar Theodorus'a daha öncekilerin hepsini gölgede bırakan yeni bir
    mabet yaptırdı. Yeni tapınak öncekinin 4 katı büyüklükte 90 metre
    yükseklikte ve 45 metre genişlikteydi. Masif bir çatı, yüzden fazla taş
    sütunla destekleniyordu.


    M.Ö. 356'da Herostratus adlı biri tarafından çıkarılan bir yangında
    yanarak tahrip oldu. Bundan kısa bir süre sonra o günün en ünlü
    heykeltraşı olan Scopas'lı Paros tarafından yeni bir mabet yapıldı.
    Romalı tarihçi Pliny'ye göre yeni tapınak, 130 metre uzunlukta ve 68
    metre genişlikteydi. Tavanı, yükseklikleri 18 metre olan 127 adet sütun
    destekliyordu. İnşaat 120 yıl sürmüştü. Büyük İskender M.Ö.333'de Efes'e
    geldiğinde tapınağın inşaası hala devam ediyordu.


    M.S. 57'de St. Paul hristiyanlığı yaymak için Efes'e geldi. O kadar
    başarılı oldu ki bundan, şehrin demircisi ve tapınaktaki heykellerin
    sahiplerinden birisi olan Demetrius büyük bir korkuya kapıldı. Çünkü
    Demetrius tapınaktaki heykellerin bir kısmının sahibiydi ve her yıl
    tapınağa hacca gelenlerden iyi bir geliri vardı ve insanların dinini
    değiştirmesi demek onun geçimini kaybetmesi anlamına geliyordu. Birlikte
    ticaret yaptığı diğer kişileri de yanına alan Demetrius heyecan verici
    ve "Yaşasın Efesliler'in Artemisi" diye biten bir söylev yaptı ve halkı
    galeyana getirdi. Hemen sonra St. Paul'un yardımcılarından ikisini
    tutukladılar. Bunu bir isyan takip etti. Sonuçta St. Paul, tutuklanan
    yardımcılarıyla şehri terketti ve Makedonya'ya geri döndü.


    262'de Gotların bir akını sırasında büyük Artemis tapınağı yakılıp
    yıkıldı. Bir yüzyıl sonra Roma İmparatoru Constantine şehri yeniden
    inşaa ettirdi. Fakat hristiyan olduğu için tapınağı restore
    ettirmedi.Constantin'in çabalarına rağmen Efes eski günlerine dönemedi.
    Çünkü gemilerin demirlediği liman yokolmuştu. Nehrin taşıdığı alüvyonlar
    tarafından deniz şehirden uzaklaşmıştı. Zamanla şehir sakinleri kenti
    terkettiler. Mabetin kalıntıları başka yapıların ve heykellerin
    yapılmasında kullanıldı.


    British Museum'dan John Turtle Wood 1863'de tapınağı araştırmaya
    başladı. 1869'da 6 metre derinlikte, çamurların içinde tapınağın
    temellerini buldu. Bulduğu heykelleri ve bazı kalıntıları British
    Museum'a götürdü. 1904'de yine aynı müzeden D.G. Hograth'ın
    liderliğindeki bir ekip kazılara devam ettiler ve sitede birbirinin
    üzerine inşaa edilen 5 tapınak olduğunu keşfettiler. Bugün gelen
    ziyaretçilere tapınağın yerini belli etmek için, bataklık halinde olan
    bölgeye sadece bir tek sütun dikilmiştir.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    İskenderiye Feneri


    Mısır'da İskenderiye Limanı'nın karşısındaki Pharos Adası üzerine
    yapılmıştı. Romalılar Mısır'ı ele geçirdikten sonra burada Ptolemaios
    (Batlamyus) olarak anılan bir devlet kurmuşlardı. İnşaası M.Ö. 285-246
    yılları arasında süren Fener, bu devletin ilk iki kralı
    Ptolemy-Batlamyus-Soter ve Ptolemy tarafından yaptırılmıştı.


    Kaidesi ile birlikte 135 metre yüksekliğinde olan fener, beyaz
    mermerden yapılmıştı. Tepesinde bulunan, tunçtan yapılmış büyük bir ayna
    70 kilometre uzaklıktan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik
    ediyordu. Üç bölümden oluşan fenerin mimarı Knidos'lu Sostratus'tur. Alt
    bölümü dikdörtgen şeklinde ve yaklaşık 55 metre yüksekliğindeydi. Orta
    bölüm, yukarıya doğru giden rampası olan bir silindir şeklindeydi.
    Yaklaşık 27 metre yüksekliğindeydi. Üst bölüm ise silindir şeklindeydi
    ve üzerinde alevin bulunduğu bir odası vardı.


    İskenderiye Feneri, antik çağın yedi harikası içinde günlük yaşam
    için kullanılan tek eserdir. Ayrıca yedi harikanın ve gelmiş geçmiş
    deniz fenerlerinin en yüksek olanı da bu fenerdir. Üst kısmı M.S. 955
    yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de
    başka bir depremde yıkıldı. 1500 yılında ise bu yapıya ait kalıntılar
    tamamen yokoldu.


    Üzerinde inşaa edildiği adadan dolayı Pharos olarak anılmış ve bu
    kelime bir çok dile yerleşmiştir. İspanyolca, Fransızca ve İtalyancada
    Pharos, deniz feneri anlamına gelmektedir. Yıkılmadan önce yapılan
    resimleri, dünyadaki deniz fenerlerine yüzlerce yıldan beri örnek
    olmuştur.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Mausoleum


    Plinius'un bildirdiğine göre, dünyanın yedi harikasından biri
    sayılan Mausoleum, M.Ö. 350 de Mausolos için karısı Artemisia tarafından
    yaptırılmıştır. "Farklı cephelerin süslemeleri ve mükemmelliği
    birbirini taklit eden farklı sanatcılar tarafından ele alındı.
    Leochares, Bryaxis, Skopas ve bazılarının düşündükleri gibi Timotheus'un
    sanatlarının seçkin mükemmelliği o yapıya dünyanın yedi harikası
    arasında ün kazandırdı."


    Antik yazarlardan Vitrivius böyle söylüyor. Romalı tarihci Plinius'a
    göre pteron kare şeklindeydi ve çevresinde 36 tane ion stili sütun
    vardı. Her sütun arasında bir heykel dikiliydi. Pterondaki kabartmalar
    Amazonlarla Yunanlıların savaşını gösteriyordu. Pteron üzerinde yirmi
    basamaklı bir piramit vardı. Piramit beyaz paros mermerindendi.
    İskenderiye limanının karşısında bulunan paros adasından özel
    seçilmişti. En üstte quadrika (dört atlı araba) bunun üzerinde ise
    Mausolos ve Artemisia'nın heykelleri bulunuyordu.


    Tüm istilalara ve doğal afetlere karşın Mausoleum İS. 1406 yılına
    dek ayakta kalmayı başarmıştır. Ta ki Alman mimar Schegelholt tarafından
    yapılan St. Peters kalenin yapımına dek. Bu zamana kadar 1500 yıl
    ayakta kaldı. Sadece basamakları görünen yapının derinlerine giderek
    elde ettikleri mermeri yakıp kireç yaptılar. Bazı kabartmalar duvar taşı
    olarak kullanıldı. Bazılarının üzeri silinerek oymalar kazındı. 1875 de
    Sir C. Newton kazılara başlar, bazı friz ve Mausoleon ile Artemision'un
    heykellerini ve büyük aslan heykelleri İngiliz Britich Museum'a
    taşındı.


    Mausoleum'un yapımı yarılandığında Halikarnassos'un parası biter ve
    geri kalan bölümler özveri ile yapılır. Neyazık ki şu an yapının yerinde
    görülecek hiç bir şey yoktur. Bu ünlü yapı Halikarnassos'un diğer karia
    kentlerinden daha fazla tanınmasını sağlamıştır. Rahip Eustatius 12.yy
    da "Homeros üzerine açıklamalar" adlı eserinde Mausoleum için ölümsüz
    pırlanta sıfatını kullanır.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Mısır Piramitleri


    Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar ulaşan tek eser,
    Mısır'daki Keops Piramididir. Mısır'ın başkenti Kahire yakınındaki Nil
    Nehrinin batısında bulunan Giza Yaylasında bulunmaktadır. Keops
    Piramidinin yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos
    piramitleri bulunmaktadır. Ayrıca, içlerinde prenseslere ve firavunun en
    yakın yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha vardır.


    Büyük Piramit de denen Keops Piramidi, M.Ö. 2800 yıllarına doğru
    hüküm süren Mısır'ın 4. Sülale devri hükümdarlarından Keops'un
    mezarıdır. İkinci büyük piramit, Keops'un kardeşi olan ve O öldükten
    sonra firavun olan Kefren'e aittir. Küçük piramit ise M.Ö. 2500'lü
    yıllarda hüküm süren Mikerinos'a aittir.


    Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt-kabirlerin en eskileri ve en
    büyükleridir. Bunların en haşmetlisi olan Keops Piramidi dış görünüşü
    ile de "Dünyanın Birinci Harikası" olma niteliğine hak kazanmıştır.
    Piramitler, firavunun mumyası ile hepsi birbirinden değerli eşsiz
    nitelikteki sanat eserlerini; kral, kraliçe, prens heykellerini de
    içlerinde saklıyordu ve bu eşsiz hazineleri saklamak için
    yapılmışlardır.


    Keops Piramidinin yüksekliği 138 metredir. Tepeden 10 metre kadar
    aşınmıştır. Bazıları 10-15 ton ağırlığında olan 2.300.000 adet blok
    taşın üst üste yığılmasıyla oluşturulmuştur. Bir kenarı 227 metre olan
    dörtgen tabanı 50.524 metrekarelik bir alanı kaplar. Piramidin iç
    ortasında, tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre kadar
    yukarıda firavunun odası vardır. Firavunun mumyası, hazinesi ve özel
    eşyası bu odaya konmuştur. Oda 10,5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte
    ve 6 metre yüksekliktedir. Buraya 50 metrelik bir dehlizden girilir.
    Biri kraliçeye ait olan iki oda daha vardır.


    Tarihçi Herodot'a göre, ağır granit blokları, piramidin üst
    bölümlerine çıkarmak için 925 metre boyunda, 19 metre genişlikte bir
    rampa yapılmıştır. Sadece bu rampanın yapılması bile 10 yıl sürmüştür.
    Bu muazzam mezar, üç ayda bir toplanan 100.000 esirin çalışmasıyla 30
    yılda tamamlanmıştır. Daha sonra da Keops'un ve eşinin mumyalanmış
    cesetleri bu mezara yerleştirilmiştir.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Zeus Heykeli


    Eski zamanlarda Yunanlılar'ın en büyük festivali, "Tanrıların Kralı
    Zeus" onuruna düzenlenen Olimpiyat Oyunlarıydı. Bugünkü Olimpiyat
    oyunlarına benzeyen bu müsabakalarda Anadolu, Suriye, Mısır, Yunanistan
    ve Sicilya'dan atletler yarışırlardı. Olimpiyatlar ilk kez M.Ö. 776'da
    başladı. Oyunlar 4 yılda bir düzenleniyordu ve Yunan şehir devletlerinin
    bütünlüğünü sağlamaya yardımcı oluyordu.


    Yunanlılar, Yunanistan'ın batı kıyısında Peloponnesus denen
    bölgedeki Olimpos'ta Zeus adına bir tapınak yaptırmışlardı. Kutsal
    oyunlar süresince, şehir devletleri arasındaki savaşlar kesiliyor ve
    oyunlar için Olimpos'a (Olympia) gidecekler için güvenli bir -- Bu mesaj
    otomatik olarak gelmektedir. -- imkanı sağlanıyordu.


    Oyunların yapıldığı yerde bir stadyum ve kutsal bir koruluk vardı.
    Yunanlılar ilk zamanlarda basit bir yapısı olan tapınağın yerine, zaman
    içinde oyunların öneminin artmasıyla, yeni ve tanrıların kralının adına
    yaraşır bir tapınak yapmak istediler. Bunun için Elis'li Libon yeni bir
    tapınak yapmaya başladı ve M.Ö. 456'da Zeus tapınağı bitirildi.


    Tapınak dikdörtgen bir platform üzerine inşaa edilmişti. Binanın
    yanlarında yeralan 13 adet büyük sütun, tavanı destekliyordu. Her köşede
    6 adet sütun vardı. Üçgen şeklindeki tavan heykellerle doldurulmuştu.
    Kolonların üzerindeki pedimentler, Heracles'in heykelleriyle süslüydü.
    Tapınağın içerisinde tanrıların kralı Zeus'un görkemli bir heykeli
    yeralıyordu.


    Heykeli, Atina'daki Parthenon tapınağı için Athena heykelini yapan
    Phidias yapmıştır. Heykel tapınağın batı ucuna yerleştirilmişti. 7 metre
    genişlikte ve yaklaşık 12 metre yüksekliğindeydi. Zeus, özenle
    hazırlanmış tahtında oturur şekildeydi. Başı neredeyse tavana değiyordu.
    Sağ elinde zafer tanrıçası Nike'ı tutuyordu. Sol elindeyse üzerinde
    çeşitli metallerden kakmalar olan ve üzerinde kartal olan bir hükümdar
    asası vardı. Altın, abanoz, fildişinden yapılmış olan ve değerli
    taşlardan kakmaların bulunduğu Zeus'un oturduğu taht, heykelin
    kendisinden daha etkileyiciydi. Üzerinde, Yunan tanrılarının ve sfenks
    gibi mistik hayvanların oyma figürleri yer alıyordu.


    Heykelin derisi fildişinden, sakalı, saçları ve elbisesi altındandı.
    Tasarım, bir ahşap çerçeveye altın ve fildişi levhaların
    tutturulmasıyla yapılmıştı. Olimpos'un havası çok fazla nemliydi. Bu
    yüzden fildişi levhaların çatlamaması için tapınağın altındaki özel bir
    havuzda bulundurulan bir yağ ile sürekli yağlanıyordu.


    Roma imparatoru Theodosius I, M.S.255 yılında, bir dinsiz adeti
    olduğu gerekçesiyle olimpiyatları durdurdu. Daha sonra zengin
    Yunanlılar, heykeli Bizans'a taşıdılar. Heykel, M.S.462 yılında çıkan
    bir yangında yokoldu. Olimpos'ta 1829'da Fransızlar tarafından burada
    bulunan bazı heykel parçaları Paris'te Louvre müzesinde
    sergilenmektedir.


    Bugün, bölgedeki stadyum restore edilmiştir. Zeus tapınağıyla ilgili
    birkaç sütun haricinde hiçbir şey kalmamıştır. Heykel ise tamamen
    yokolmuştur. Ancak, o döneme ait bulunan paralar üzerindeki resimlerden,
    mabedin şekli hakkında ipuçları elde edilebilmiştir.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Rodos Heykeli


    Rodos'un ilk sakinleri olan Dor'lar, Argos'tan gelen denizci bir
    kavimdi ve güneş ilahı olan Helios'a taparlardı. Dor'lar Rodos'ta en
    parlak devrini M.Ö. 3. asırda yaşayan bir medeniyet kurdular. Mısır ve
    Fenike'nin ürünlerini alıp satarak zengin oldular. Adayı kültür-sanat
    merkezi, güzel konuşma ve felsefe okulu haline getirdiler.


    Dor'lar, Makedonya Kralı Demetrios'la yaptıkları bir savaşı
    kazandıktan sonra, zafer anıtı olarak ve ilahları Helios'a şükran
    borçlarını ödemek için, Rodos limanının girişine büyük bir Helios
    heykeli yaptılar. M.Ö.281-280 yılında yapılan 32 metre yüksekliğindeki
    bu tunç heykel, elinde bir meşale tutuyordu. Bu haliyle Newyork
    limanındaki Hürriyet Heykeli'ni andırıyordu. Rodoslular bu heykelin
    kendilerini ve adayı koruduğuna inanırlardı. Bu nedenle her yıl
    "Helicia" denilen şölenler düzenler, bu heykelin dibinde dört atlı bir
    arabayı denize atarlardı. İnanışlarına göre, Helios böyle bir arabayla
    dünyayı dolaşarak insanları gözetlerdi.


    Rodos heykeli ancak 50 yıl ayakta kalabilmiş ve M.Ö. 223 yılında bir
    depremde yıkılmıştır. Rodos Kolossosu da denilen bu anıtın heykeltıraşı
    Lindos'lu Khares'ti. Lindos, Rodos adasının üç büyük kasabasından
    biridir.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Louvre Sarayı


    Haçlı Seferi'ne çıkmadan önce Philippe Auguste, Paris çevresine bir
    sur inşa ettirdi ve kale bedeninin Sen Irmağı boyunca uzanan zayıf
    noktasını bir burçla desteklenmiş bir kaleyle pekiştirdi. Krallığın
    serveti, silâhları ve arşivleri bu burçta muhafaza ediliyordu. Şatoya
    Louvre adı verildi, çünkü kurt (loup) avı için hayvanların
    yetiştirildiği bir eski köpek evinin yerine yapılmıştı.


    XIV. yy.da yeni surların yapılması sırasında Louvre, askeri görevini
    yitirdi; Charles V burayı bir istirahat ve inziva yeri haline getirdi:
    binaları yeniledi, kitaplığını da bir kuleye yerleştirdi. Sonra François
    I ve Henri IV zamanında saraya ekler yapıldı.


    Versailles'ın Rakibi


    Ama eski «Louvre» bütün saray halkını barındıramayacak kadar
    küçüktü. Louis XIII Lemercier'e şatoyu genişlettirdi. Devrim sırasında
    Louvre'a bir sanatçı kalabalığı, aynı zamanda da haydut ve dilenci
    kalabalığı üşüştü; kare avluda tahta barakalar yükseldi. 1756'da arzu
    edilmeyen kişiler kovuldu ama saray öylesine perişan durumdaydı ki
    yıkılması düşünüldü. Gabriel ve Soufflot tarafından restore edildi,
    sonra da 1791'de, buraya yerleşen devrimcilerin yağmasına uğradı.
    Napolyon I (Tuileries'de kalıyordu) buraya çekidüzen verdi. Ama Komün
    Ayaklanması sırasında Tuileries yakıldı ve yağma edildi.


    Müze


    Gerçi Louvre'un dev yapılar bütününde kuzey galerisi, Maliye
    Bakanlığı'na ve Süsleme Sanatları Müzesi'ne ayrılmıştır ama, binaların
    geri kalan bölümü, 1793'ten beri, müzeye çevrilmiştir. Fransa'nın birçok
    ileri geleni, özellikle François I, Colbert, Louis XIV, resim, heykel,
    mücevher şaheserlerini zaten Louvre Sarayı'nda toplamışlardı.


    Napolyon, Louis XVIII, Charles X, Louis-Philippe, buradaki
    koleksiyonları büsbütün genişlettiler ve o tarihten beri, durmadan hibe
    edilen ve satın alınan eserlerle 246 sergi salonunda sunulan sanat
    hazinelerinin sayısı, günden güne arttı. Sanat eserlerinin çeşitliliği
    ve çokluğu (200,000'den fazla), müzenin yedi bölüme ayrılmasını
    gerektirdi: ilkçağ Yunan ve Roma eserleri. Eski Doğu eserleri, Eski
    Mısır eserleri. Ortaçağ, Rönesans ve Yeniçağ heykelleri, sanat eserleri,
    desenler, tablolar.


    Sanatçılar Galerisi


    Su kenarı galerisi tamamlandığında, Henri IV burada oturmak
    istemedi. Sanatı teşvik için, burayı Louvre'da çalışan sanatçılara
    tahsis etti. Onlar da atölyelerini kurdular, yerleştiler ve
    öğrencilerini burada kabul ettiler. Daha sonra Colbert, çeşitli
    akademiler, de (bilimler, resim, heykel, v.b.) bu saraya
    yerleştirecekti. Böylece Fransız Akademisi oturumlarını Anne
    d'Autriche'in yuvarlak salonunda yapıyordu.


    Louvre'da Resim Sanatı


    Tablolar bölümü eserlerin daha iyi sunulması için yeniden
    düzenlendi. Envantere kayıtlı toplam 15,000 tablodan 2,000 tanesi
    sergilenmekte, 3,000 tanesi de depolarda tutulmaktadır. Geri kalanlar
    Louvre tarafından il müzelerine ödünç verilmiştir.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Topkapı Sarayı


    İstanbul'da Sarayburnu sırtları üzerinde bulunan saraydır. Topkapı,
    Osmanlı padişahlarının Dolmabahçe Sarayı yapılıncaya kadar oturdukları
    saraydır. Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmağa başlamış, giderek yeni
    bölümler eklenmiştir. 1924'ten beri müze olarak kullanılan sarayda
    Fatih'ten Abdülmecit'e kadar bütün hükümdarlar oturmuştur.


    Sarayın çevresi surlarla çevrilidir. Kıyı kesimindeki surlar Bizans
    çağından kalmadır. 1478'de yaptırılan iç kesimdeki surun ise uzunluğu
    1,400 metredir. Kara yönünden sarayı koruyan bu surun üzerinde 25'i dört
    köşeli, 2'si sekiz köşeli, l'i dokuz köşeli olmak üzere 28 kule vardır.
    Surun ana kapısı Ayasofya arkasındaki Babı Hümayun'dur (Sultan Kapısı).
    Bundan başka beşi küçük, ikisi büyük yedi kapı daha vardır.


    Saray Alanı


    Topkapı Sarayı 700,000 metrekarelik bir alanı kaplar. İçinde
    kasırlar, köşkler, devlet daireleri, saray halkı için konutlar,
    koğuşlar, camiler, kütüphaneler ve büyük mutfaklar vardır. Eskiden deniz
    kıyısında bulunan yazlık saray binaları (Balıkhane Kasrı, İncili Köşk,
    Bamyacılar Kasrı, Gülhane Kasrı, Hasanpaşa Köşkü v.b.) 1863'teki
    yangında ortadan kalktı ve sonra bu alandan tren yolu geçirildi.


    Sarayın ilk avlusunun içindeki köşklerden yalnız ikisi bozulmadan
    bugüne kadar gelmiştir. Bunlardan biri 1472'de yaptırılan Sırçasaray
    (Çinili Köşk), öteki ise Mahmut II tarafından 1810'da sur üzerinde
    yaptırılan Alay Köşkü'dür; geçit alaylarının seyri için yaptırılmıştı.


    Birinci ve İkinci Avlular


    Sarayın Alay Meydanı denilen birinci avlusundan geçildikten sonra
    çift kuleli orta kapı gelir. Babüsselâm adı verilen bu kapının temeli
    Fatih döneminden kalmadır. Kanunî devrinde kuleler değiştirilmiştir. Bu
    kapıdan sonra ikinci avlu ile asıl saray başlar. İkinci avlunun sağ
    tarafında Marmara'ya bakan sınırı boyunca Mimar Sinan'ın eseri olan
    mutfaklar, aşçılar koğuşu, camii, hamamı, vekilharç dairesi ve yağhane
    yer alır.


    Sol tarafta Kubbealtı denilen iki kubbeli bir daire vardır. Burası,
    sadrazamın başkanlığında vezirlerin toplandığı ve devletin uzun süre
    yönetildiği yerdir. Kubbealtı, Kanunî zamanında yapılmıştır. Gene bu
    avlunun solunda bulunan bir yol Has Ahır'a (Baltacılar Koğuşu) gider.
    İkinci avlunun sonunda bulunan büyük kapıya Akağalar Kapısı denir.
    Buradan Enderun denen üçüncü avluya geçilir. Selim III zamanında bugünkü
    biçimini alan bu kapının iki yanında Ağa Dairesi ve Akağalar Koğuşu
    vardır.


    Üçüncü Avlu ve Arz Odası


    Üçüncü avlunun içinde ilk yapı Arz Odası'dır. Padişahların
    sadrazamı. Divanı Hümayun üyelerini ve yabancı elçileri kabul ettiği bu
    bina Fatih devrinde yapılmış, sonraları yapılan değişikliklerle iç
    süslemeleri ve kapıları yenilenmiştir. Çevresi revaklı, saçakları geniş,
    duvarları çiniyle kaplıdır. Bunun arkasındaki Enderun Kütüphanesi
    sarayın en büyük kütüphanesidir ve 1718'de Ahmet III tarafından
    yaptırılmıştır.


    Üçüncü avluda bunlardan başka sağda Enderun Mektebi ve meşkhane'si,
    Seferli Koğuşu, şimdi Hazine Dairesi olan köşk, Kutsal Emanetler'in
    saklandığı dört kubbeli Hırkai Saadet Dairesi ve Ağalar Camii vardır. Bu
    cami onarılarak öteki odalarda duran kitapların toplandığı merkezî bir
    kütüphane durumuna getirilmiştir. Ağalar Camii'nin arkasında ve Ağalar
    Koğuşu'nun bitişiğinde bulunan küçük kârgir yapı, padişahların yemeğinin
    özel olarak hazırlandığı Kuşane'dir.


    Dördüncü Avlu


    Sarayburnu'nun yüksekçe bir terasının son ucu olan dördüncü avlu
    geniş bir bahçedir. Bu bahçeyi daha aşağıdaki başka bir bahçeden ayıran
    set duvarının kenarındaki siyah kuleye Başlala Kulesi veya Hekimbaşı
    Kulesi denir. Saray için gerekli ilaçlar burada hazırlanır ve
    saklanırdı.


    Biraz ileride set duvarı üzerinde bulunan Sofa Köşkü veya
    Mustafapaşa Köşkü, XVIII. yy. başlarında yapılmış, Avrupa etkisinin
    görüldüğü nakışlarla süslü, mimarîsi eski Türk geleneğine uygun bir
    yapıdır. Dördüncü avlunun sol yanında merdivenle çıkılan büyük bir
    taşlık ve bir havuz vardır. Merdivenin yanıbaşında bulunan ve Sarık
    Odası da denilen Revan Köşkü, 1635'te Murat IV tarafından
    yaptırılmıştır.


    Sağ tarafta Boğaz'a ve Haliç'e bakan kısmında 1639'da Bağdat'ın
    Murat IV tarafından alınışının anısına yaptırılan Bağdat Kasrı bulunur.
    Bu kasrın içini ve dışını süsleyen çiniler, kubbe ve tonoz nakışları,
    sedef kakmalı kapı kanatları katıksız Türk sanat eserleridir. Dördüncü
    avlunun Marmara'ya bakan yüzünde, Anadolu yakasına ve denize bakan bir
    noktada Çadır Köşkü ve Abdülmecit'in yaptırdığı Mecidiye Kasrı vardır.
    Yeni Köşk de denilen bu kasrın önünden aşağıda bir kapıya, oradan da
    Gülhane Parkı denilen Sarayburnu Bahçesi'ne çıkılır.


    Harem Dairesi


    Haremi Hümayun denilen Harem Dairesi, Topkapı Sarayı'nın en ilginç
    köşelerinden biridir. Burada padişahların kendileri, anneleri, eşleri,
    cariyeleri, çocukları ve hizmetçileri otururdu. Saray alanının eğimli
    bir kısmında kurulan ve dört yüzyıl boyunca yapılan ekler ve
    değişikliklerle bugünkü durumunu alan Harem Dairesi 250 kadar oda ile
    bunlar arasında yer alan avlulardan ve hamamlardan oluşur. Harem
    Dairesi'nin, sarayın diğer kısımlarıyla bağlantısını sağlayan birkaç
    kapı vardır.


    Esas giriş Kubbealtı yanına açılan ve Araba Kapısı da denilen
    kapıdır. Bundan başka ikinci ve üçüncü avluya açılan Kuşane Kapısı ve
    park içine açılan Şal Kapısı vardır. Araba Kapısı'nın yanında
    padişahların hizmetine bakanların oturduğu Zülüflü Ağalar Koğuşu
    bulunur.


    Müze


    Cumhuriyetin ilânından sonra Topkapı Sarayı'nın, eski saray
    kadrosuyla birlikte, başındaki hazine kethüdasının yönetiminde müze
    haline getirilmesi kararlaştırıldı. Kısa bir süre sonra uzman bir
    müzecinin yönetimine verilen Topkapı Sarayı ve içindeki eşya elden
    geçirilip sayımı ve dökümü yapıldı.


    Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafapaşa
    Köşkü, Bağdat Kasrı ve Harem Dairesi'nin bazı bölümleri onarıldıktan
    sonra 1927'de halkın ziyaretine açıldı. İç Hazine'de silâh koleksiyonu,
    Seferli Koğuşu'nda Çin porselenleri. Selim II Hamamı'nda gümüş ve
    kristal takımlar, Enderun Hazinesi'nde mücevherler. Eski Hazine
    Koğuşu'nda da işlemeler ve padişah portreleri sergilendi.


    Bağdat Köşkü


    Murat IV tarafından Bağdat'ın fethi anısına yaptırıldı (1639).
    Sarayın dördüncü avlusundadır. Bütün İstanbul Boğazı'nı ve Eyüp'e kadar
    Haliç'i görür. Mimarı bilinmeyen köşkün mermer sütunlar üstüne oturtulan
    ve çevresini saran geniş saçağı önemli bir özelliğidir. Dış duvarların
    alt kısmı mermerle ve renkli taşlarla, üst kısmı çinilerle kaplıdır,
    içeride, yaşmağı ve çerçevesi yaldızlı bakır ocak dikkati çeker.


    Pencere ve dolap kanatları fildişi, sedef ve bağa ile işlenmiştir,
    iç duvarlar ve kemerler kubbeye Kadar çinilerle süslüdür. Köşkün 32
    penceresinden üsttekiler renkli camlıdır. Pencere arasındaki boşluklarda
    mavi üzerine beyaz ile Kur'an'dan ayetler yazılıdır. Yaldızlı kubbe
    hafif kabartmalarla süslüdür, kubbeden aşağıya, zemini kırmızı, üzerinde
    altın yaldızlı kafes bulunan bir rop kandil sallanır. Çevre sedirleri
    bütün bu göz kamaştırıcı süslemeyi tamamlayacak niteliktedir.


    Çinili Köşk


    Sırçasaray da denir. Topkapı Sarayı içindeki köşklerden, Fatih'in
    yaptırdığı (1472) ve Hazine Dairesi ile bir bütün meydana getiren yapı.
    Çeşitli onarımlarla şekli bozulmuş olan bina son onarımıyla eski
    biçimine kondu. Köşkün ön cephesinde on dört sütunlu bir galeri vardır.


    Giriş cephesindeki mozaik çiniler Selçuklu dönemi çinilerinin
    özelliklerini gösterir. Çini süslemeler yan cephelerde şeritler halinde
    uzanır, arkada sırlı tuğlalarla çok güzel bir kompozisyon oluşturur. Bu
    çinilerde daha çok firuze, lâcivert, beyaz ve kahverengi kullanılmıştır.
    Beş köşeli odanın kubbesi rumi motiflerle süslüdür. Köşk 1875'te müze
    haline getirilmiş, sonradan bu müzede Fatih'e ait veya onunla ilgili
    eşya derlenmiştir.


    Revan Köşkü


    Sarık Odası da denir. Murat IV tarafından Revan Seferi anısına
    yaptırıldı (1635). Onun için de bu adla anıldı. Genel görünüm bakımından
    Bağdat Köşkü'nün küçük bir modelidir. Kubbesi altın yaldızla işlidir,
    kubbe kenarında, tavan nakışları deri üzerine yapılmıştır.


    Kubbenin dört penceresi, yapının ışık alma özelliğini oluşturur:
    odanın çıkıntılarından ikisi kitaplık olarak yapılmıştır. Bu yapıda,
    dergâh çilehanelerini andıran basık tavanlı birde oda vardır. Tavanı
    işlemeli olan bu odanın ne için kullanıldığı tam olarak bilinmez.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Versailles Sarayı


    Fransa'da, Paris dolaylarındaki saray ve müzedir. Önceleri
    Versailles'da, kral Louis XIII için yaptırılmış basit bir av köşkü
    vardı. Oğlu Louis XIV tahta çıkar çıkmaz, oturma yeri olarak
    Versailles'ı seçti ve bütün soyluları Paris'ten uzaklaştırıp orada
    toplamağa karar vererek bölgenin yeniden düzenlenmesini emretti. Eski
    binaların yer aldığı küçük tepe, geniş bir taraça haline getirildi; bu
    taraçanın üstünde kurulacak yeni şatonun uzunluğu 500 metre olacaktı.
    Parkın düzenlenebilmesi için de başka bir tepe düzleştirildi,
    bataklıklar kurutuldu.


    Mimar Louis Le Vau (1612-1670) burada, düzeni ve boyutları açısından
    «klasik» üslûbun en katıksız örneği olan görkemli bir şato yaptı. Onun
    ölümünden sonra Jules Hardouin-Mansart (1646-1708), kral dairelerini
    kraliçe dairelerine bağlayan ünlü Aynalı Galeri'yi, kuzey ve güneydeki
    iki ek binayı, kiliseyi ve Büyük Trianon'u ekledi. Aynı tarihlerde Andre
    Le Nötre da (1613-1700) bahçenin planını çizdi. Günümüzde müze olarak
    halka açılan bu güzel saray, Versailles'ı, Fransa'nın en turistik
    şehirlerinden biri haline getirir.




    Versailles Sarayı'nın ön yüzü, Mansart'ın eseridir ve yatay
    çizgileriyle klasik mimarînin başeserleri arasında sayılır. Louis
    XIII'ün «derme-çatma şato yavrusu», binlerce saraylıyı barındıracak ve
    bütün Avrupa'nın gözünü kamaştıracak bir saraya dönüştürülmüştür. Bu
    yapım işinde 36,000 işçi çalıştığı ve bir bayram günü sarayın
    bahçesindeki fıskiyelerden akan suyun, 600,000 Paris'imin bir günlük su
    tüketimine eşit olduğu bilinmektedir.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Yerebatan Sarayı


    İstanbul'da eskiden kalma büyük sarnıçtır. Yerebatan Sarayı adıyla
    anılan Bazilika Sarnıcı, İstanbul'da Ayasofya ile Cağaloğlu arasında
    bulunan büyük bir sarnıçtır. Günümüzde de içinde su bulunan bu büyük
    kapalı sarnıç, kentin su ihtiyacını karşılamak üzere îlkçağ'da
    yapılmıştı.


    İstanbul, tarihin bütün çağlarında güçlü devletlerce hep ele
    geçirilmek istendiği için Bizans imparatorları kentin birçok yerinde
    sarnıçlar yaptırarak kuşatma sırasında halkın su ihtiyacını
    karşılarlardı. Yerebatan Sarnıcı, VI. yüzyılda imparator İustinianos
    tarafından yaptırıldı. Sarnıcın suyu 19 km uzaklıktaki Belgrat
    ormanından Cebeciköy Kemeri ile getiriliyordu. Sarnıç, Osmanlı devrinde
    de uzun süre hizmet görmüştür.


    80,000 Metreküp Su


    Yerebatan, oldukça büyüktür: uzunluğu 140 m, genişliği 70 m,
    yüksekliği 8 m. Bu boyutların içi yaklaşık olarak 80,000 metreküp
    demektir. Sarnıcın üstü kapalı olduğu için tavanı tutmak üzere 12 sıra
    halinde 4'er metre aralıkla dizilmiş 336 sütun bulunmaktadır. Sütunların
    boyu 8 metredir.


    İstanbul'da, Yerebatan'dan başka iki önemli kapalı sarnıç daha
    vardır. Bunlardan biri Sultanahmet'le Çemberlitaş arasındaki çocuk
    parkının altında bulunan Binbirdirek Sarnıcı, diğeri Büyük Postahane'nin
    arkasında Acımusluk Sokağı'ndaki İsa Sarnıcı'dır. Her ikisi de bugün
    depo olarak kullanılmaktadır.


    Açıkhava Sarnıçları


    Eskiden İstanbul'da açıkhava sarnıçları da çoktu. Bunların en
    önemlileri Aetius, Mocius ve Aspar sarnıçlarıdır. Aetius Sarnıcı
    Edirnekapı'dadır; boyutları 244x85x8 metredir. Şimdi Çukurbostan denen
    Mocius Sarnıcı, Kocamustafapaşa'dadır; boyutları 170x147x10,5 metredir.
    Aspar Sarnıcı, Sultanselim Camii'nin yanındadır (152x152x10,8 metre).


    Binbirdirek


    İstanbul'da Divanyolu'nun arkasındaki çocuk parkının altında bulunan
    eski bir sarnıçtır. Ne zaman yapıldığı kesin olarak belli değildir.
    Kullanılan tuğlalara bakılırsa İustinianos devrinde veya daha önce
    yapıldığı söylenebilir. Uzunluğu 64 m, genişliği 56,4 m, yüksekliği 14,5
    m'dir. içinde 14x16 sıra halinde 224 sütun vardır. Yüksekliğin fazla
    olması nedeniyle sütunlar iki kattır. Sarnıcın su sığası 325,000
    metreküptür. Yol düzeyindeki 10 pencere sarnıca aydınlık verirdi.
    Osmanlı döneminde burası ipekçilere verilmiş, içine ipek ve iplik
    tezgâhları kurulmuştu.


    ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


    Avebury Dairesi


    Avebury dairesi, Stonehenge kadar iyi bilinmemesine karşın daha ünlü
    kuzeninin boyut ve yapı olarak cüceleşmış hali olarak alg

      Forum Saati Perş. Eyl. 19, 2024 6:23 pm